Eğer yüz bin yıl öncesinin dünyasında
seyahate çıkabilseydik yirmiden fazla değişik insan türü veya bilimsel
adıyla hominin görecektik, aynı zamanda, yan yana yaşayan.
Bunların içinde sadece homo sapiens, yani soyundan geldiğimiz
atalarımız, genetik ve görüntü olarak bize benzeyecekti.
Diğerleri insan ağacının başka dalları olarak değişik genetik yapılara
sahip olacak, görüntü olarak açıkça insan olmakla beraber değişik fiziki
özellikler göstereceklerdi.
Eğer o günlerin dünyasında yaşasaydık diğerleri yok olurken bir tek
insanın günümüze kadar geleceğinden emin olmak mümkün olmayacaktı.
Muhtemelen ilk dik yürüyen yaratık olan homo erectus, dünyada en uzun
kalan insan türüdür.
Homo erectus 1,9 milyon yıl önce dünyaya ayak basmış ve 200,000 sene
öncesine kadar yaşamıştı.
Ama arkasında bu kadar uzun bir geçmiş olmasına rağmen onun bile nesli
tükendi.
Ne olmuştu onlara? Biz mi olmuşlar, yani homo sapiens’e mi
dönüşmüşlerdi? Bu konuda bilimin kesin bir cevabı yok: belki evet, belki
hayır.
Dünyanın 4,5 milyar yaşında olduğunu düşünecek olursak “daha neredeyse
dün” diyebileceğimiz zamanlara kadar dünya hominid kaynıyordu.
Bunların içinde zaman ve genetik olarak bize en yakın olan
neandertallerdir.
Neandertaller 350,000 yıl öncesinden 40,000 yıl öncesine kadar dünyadaki
en dominant insan türüydü.
Şimdi İspanya olarak bildiğimiz yerden Özbekistan ve Sibirya’ya kadar
uzanan uzun bir kuşak içinde avlayarak ve toplayarak hayat sürüyorlardı.
O zamanlar o kadar güçlüydüler ki hayatta kalma savaşında homo
sapiens’i arkada bırakabilecekleri düşünülebilirdi.
Ama kırk bin yıl önce şaşırtıcı bir süratle fosil sicilinden
kayboldular.
Homo sapiens, o yıllarda Afrika’nın her yerine ve Asya ve Avustralya’ya
dağılmıştı, ama Avrupa’da pek esamisi okunmuyordu.
Sonra birdenbire neandertaller kayboldu ve kıtanın her yerinde insan
varlık göstermeye başladı.
Ne olmuş olabilirdi?
Üç olasılık akla geliyor:
Bunlardan ilki, insanlar ve Neandertaller arasında soykırımsal bir
çatışma baş gösterdiği, bundan insanın üstün çıktığıdır. Ama bu savı
destekleyecek bir kanıt bulunmamıştır.
İkinci sav, onları ortadan kaldırmadığımız ama rekabetimize katlanamayıp
yok olduklarıdır.
Üçüncüsü ise onlarla rekabet etmediğimiz ve savaşmadığımız ama
seviştiğimiz, çiftleşerek atalarımız arasına kattığımızdır. Taşımakta
olduğumuz neandertal genleri bu teorinin bir kanıtı sayılabilir.
Doğal tarih; bir süre var olduktan sonra nesli kuruyan ve yerini başka
türlere bırakan canlıların hikâyesidir.
Bugün Avrupa’da yaşayan insanların daha on bin yıl önce hayatta olan
Mezolitik Çağ insanlarıyla bile bir ilişkisi yoktur. Taşıdıkları
genlerinin çoğunluğu Cilalı Taş Devri’nde Batı Asya’dan kitle hâlinde
göç eden insanlara aittir.
Bu demektir ki o zaman Avrupa’da yaşayan homo sapiens topluluklarının
soyu neandertallarden bile beter tükenmişti.
İnsan bugün yeryüzünün en üstün yaratığıdır. Ama insanlığın bir yok
oluşlar silsilesi olan tarihi bu üstünlüğün mukadder, kaçınılmaz veya
kalıcı olmadığını gösteriyor. Aklımızı başımıza toplamazsak biz de
pekâlâ kemiklerimizi fosil siciline hediye edip yok olanlara
karışabiliriz.
Huzur kaçırıcı ama akıllandırıcı bir düşünce.
NOT: Bu yazı London Review of Books’un 17 Aralık 2020 tarihli sayısında
çıkan John Lanchester imzalı makalenin özetidir.
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi