10 Ekim 2020 Cumartesi

Kurak bir ayda yağmur bekleyen yaşlı bir adamım

Bahçede oturuyorum ve rüzgârın salladığı ağaçları seyrediyorum. 

Beni bu rüzgâr kandırdı da bahçeye çıktım. 

Hava serinledi, sonbahar nihayet geldi sandım. Ama serinlemedi. Rüzgâr sallıyor ama serinletmiyor. 

Düzenli sulanmayan ağaçlarda Nisan’dan bu yana süren yağmursuzluğun yaprak yorgunluğunu görüyorum, savaşın yerinden ettiği göçmen çocuklar gibi aç ve bitkindirler ve omuzları düşük. 

Benim de. Benim de omuzlarım düşük. 

Artık adada yazı üç değil dört ay olarak saymalıyız. Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül. Yoksa buna Ekim’i de mi katacağız? 

Aklıma T. S. Eliott’un (1888-1965) Gerontion adlı şiirinin ilk iki satırı geliyor: 

Here I am, an old man in a dry month,  

Being read to by a boy, waiting for rain. 

Buradayım işte, yaşlı bir adam, bir oğlanın ona kitap okuduğu, 

Kuru bir ayda yağmur bekliyorum. 

Bana kitap mitap okuyan biri yok ama neredeyse onun kadar yaşlıyım, eğer Elliot’un yağmur bekleyen kişisi kendisi ise. 

Yağmur arzum ise onunkinden fazla olmalı. Bu çölleşen adada yağmur beklemediğim ay yok çünkü.

Toprak susuz kalınca benim de ağzım kuruyor, ruhum yaprak düşürmeye başlıyor. 

Şiirin başında Shakespeare’in (1564-1616) bir oyunundan bir alıntı var: 

Thou hast nor youth nor age 

But as it were an after dinner sleep 

Dreaming of both. 

Senin ne gençliğin ne de yaşlılığın var 

Ama sanki, bir yemek sonrası uykusunda gibi, 

Her ikisinin de rüyasını görüyorsun 

Ben de. Ben de ne biri ne de diğeriyim ve her ikisinin rüyasını görüyorum. Ama şu anda uyanığım. Gözlerim açık, yavaş yavaş Venüs’e dönüşmekte olan bir gezegenin kâbusunu görüyorum. 

Geceleyin serin oysa, hatta sabaha karşı soğuk. 

Dağa bakan pencereleri kapattım dün gece yatmadan önce. Sabah da kışlık yorganı sandıktan çıkardım.

Gecenin serinliği gündüz de devam edecek beklentisiyle bahçede çalışmak için iş elbiselerimi giydim, ama güneş yakıyor. 

Çevremdeki ağaçların üç-dört tanesi dışında hepsini ben diktim. O üç-dört ağacın ikisi servi, diğer ikisi badem. Hepsi de yüz yaşını çoktan devirdi. Serviler belki iki yüz yaşını. 

Bazen artık uğraşma bu bahçe ile, diyorum. Bırak mevsimlerle senin yardımın olmadan boğuşsunlar, toprak onlara ne verebiliyorsa onunla yetinsinler. 

Ama yeşil açgözlülüğüm aşırı. Bahçede olmayan ağaçlar alıyorum, düzenli bakılmazsa onlar çarçabuk kurur. Meyve ağaçları da, belki incir hariç. Bir de ben. Ben de kururum. 

İşte sıcağa yenildim ve içeri döndüm. Vantilatörü açtım ve önüne oturdum. 

Yardımcım mutfağı temizliyor ve evine haciz konulup sokağa atılan komşusunun hâllerini anlatıyor. Kocası hasta. Ada dışarıdan gelenlere kapatıldığı, işçiler memleketlerine döndükleri için çocuklarının işi azaldı. 

“Gene de şükür, hiç olmazsa harçlıklarını çıkarıyorlar,” diyor. 

Thoughts of a dry brain in a dry season.  

Kuru bir beynin kuru bir mevsimde düşünceleri, diye bitiyor Elliot’un şiiri. Benim de yazım.


www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ

Diyalog Gazetesi

2020 - 2023


ZAMANSIZ YAZILAR

  • Leonardo: Çeşmeye giden adam

    Dünyanın en tanınmış tablosunun ressamı olan Leonardo da Vinci hayatının son üç yılını Kral I. Francis’in konuğu olarak Fransa’da geçirdi.  Francis ona dolgun bir maaş bağladı. Loire Vadisi’ndeki kalesinin yanında, büyük bir bahçe içinde, üç katlı bir ev tahsis etti. “Kralın Biri... DEVAMI>>

  • Ne Et yerim Ne de Ot, Benim Adım Tom Tit Tot

    Ozanköy Adaya taşınmadan önce İstanbul’daki kitaplarımı dağıtmış, yanımda bir daha okumayı düşündüğüm on beş-yirmi kitap getirmiştim. Yeni hayatımda, okumaya daha çok vaktim olduğu için eskisinden daha çok kitap almaya devam ettim. KKTC’de posta iyi çalışmıyor. Lefkoşa’nın Rum tarafında bir ... DEVAMI>>

  • Kızgın bir habeş gergedanından nasıl kurtulunur?

    Şihab el Din el Nuveyri 1316 yılı civarında “okumanın küheylanına binmek üzere,” Memlûk Sultan’ının hizmetinden ayrıldı. Sarayın taşınmaz mallarını idare ediyor, bürokratik işlere bakıyordu. Küheylan ona “itaat etmeyi belleyince” el Nuveyri Kahire’de öğrendiklerini kâğıda dökme... DEVAMI>>

  • Güzellik kalır, ızdırap geçer

    Birkaç gün sonra 100 yaşına basacak olan İngiliz yazar Diana Athill, Guardian gazetesi ile yaptığı söyleşide hayat felsefesini şöyle özetledi: “Başkalarına zarar vermeden, mümkün olduğu kadar çok keyifli yaşamak.” “Amin,” diyorum. Ama bir şey ekleyeceğim: “Başkalarına zarar verm... DEVAMI>>

  • Tek başına yaşamanın iyi ve kötü yanları

    Bir gece. Alt kattaki banyonun ışığını açınca lavabonun karınca kaynadığını görüyorum.  Çoğu kanatlı.  Lavabonun,  musluğun üzerinde, sabahlıklarının içinde hastane koridorlarını arşınlayan ameliyatlı hastalar gibi, yavaş ve şaşkın dolaşıp duruyorlar. Bir ... DEVAMI>>

  • İnsan bazen evinden kaçmalı

    İnsan bazen evinden kaçmalı, kendini kapı, pencere ve eşya olmayan yerlere atmalıdır. Ev hem sığınak hem geçen günlerin derlediği bir yüktür. Ev, aklın basit bir kopyasıdır. Arkada kalan, kaybolan birçok şeyi gizler. Dolaptaki kazakların arasında, güve yumurtaları gibi yuvalanmış eski ... DEVAMI>>

  • Akıl Oyunları

     İstanbul Öğleden sonra yazı yazmaktan ve evde oturmaktan iyice sıkılınca sinemaya gitmeye karar verdim. Capitol sinemalarına telefon edip Russell Crowe'un oynadığı A Beautiful Mind veya Akıl Oyunları (Niye "Güzel Bir Akıl" değil, İngilizcesinde olduğu gibi?) adlı filmini 15.50 de göre... DEVAMI>>

.