Evlilik aşkın mezarıdır derler ama bu ille
de doğru değildir.
Daha doğru olan, evliliğin karıkoca arasındaki seksin mezarı olduğudur.
Evlilik eskidikçe çiftler daha az sevişirler. Yaşı otuzu bile bulmamış
bazı karıkocaların ayda bir defa seks yaptığı, kırkını geçen kimi
çiftlerin yataklarını ayırdığı sır değildir.
Bunun nedeni evliliğin doğal değil sosyal bir fenomen olmasıdır.
Doğa insanların evlenmesini değil çiftleşmesini ister.
Bu, doğanın sadece insanlardan değil bütün canlılardan beklentisidir:
Erkek olabildiği kadar çok dişiyi dölleyecek, dişi mümkün olduğu kadar
çok doğuracak, yeryüzü her zaman sayısız canlı ile dolu olacak.
Toplum ise devleti ve dinleri de yanına alarak, erkek ile dişinin rüşte
erdikten sonra evlenmelerini ve hayatlarının sonuna kadar birbirlerine
sadık kalarak yaşamalarını ister. Ama bu zordur, belki imkânsızdır,
çünkü insan doğasına aykırıdır.
İnsanlarda, geçtiğimiz Perşembe günkü yazımda anlattığım, doğuştan gelen
bir mekanizma var: Bu mekanizma aynı kişi ile seks yapmayı zaman içinde
sıkıcı kılar. Kişiyi başka partnerler aramaya sevk eder.
Tipik erkek, önüne fırsat çıktığında yeni bir partner deneyecektir.
Bu, irade ile etkisizleştirilecek bir güdü değildir: Kişi ya doğasının
gereğini yapacaktır ya da sessiz bir doyum eksikliği içinde açlığına
tahammül edecektir.
Ancak durum her zaman böyle değildi.
İnsan homo sapiens olarak var olduğu yüz doksan bin yıl içinde özgür bir
cinsellik yaşıyordu.
Bu özgürlüğün cendereye sıkıştırılması insanın toplama ve avlama
dönemini kapatıp on-on beş bin yıl önce hayatının düzenini devlete ve
tek tanrılı dinlere teslim etmesiyle başladı.
Toplama ve avlanma döneminde insanın cinselliğini tam olarak nasıl
yaşadığını bilmek mümkün değildir. Ama On Dokuzuncu Yüzyıl’ın son
bölümünden başlayarak, hâlâ eski hayat tarzına tutunmuş bir şekilde
yaşayan ilkel kavimler hakkında yapılmış araştırmada bazı ipuçları
bulmak mümkündür.
Avrupalıların yasaklayıcı etkileri hissedilmeden önce Güney Çin
Denizi’nde ve Pasifik adalarında hem kadın hem erkekler için cinsel
özgürlük hüküm sürüyordu. Cinsel birleşme ahlaksızlık sayılmıyordu ve
evli olmayanlar için tam serbesti vardı.
Asya, Avustralya, Okyanusya, Afrika ve Güney Amerika’yı kapsayan bölgede
evli kadın ve erkekler bazı hâllerde başkalarıyla sevişebiliyorlardı.
Gençler evlilik öncesinde cinsel ilişkiye girmekte hürdüler.
Amazon nehrinin kıyılarında yaşayan bazı kabilelerde geceleyin yapılan
danslarda isteyen isteyenle yatıyordu.
Bu birkaç örnekten de görülebileceği gibi ilkel diye nitelendirdiğimiz
topluluklar aslında doğalarına uygun yaşamakta modern insandan önde
idiler. Onları kısıtlayan bir semavi veya yeryüzü gücü yoktu.
Anladık da şimdi ne yapabiliriz, diye sorabilirsiniz.
Onu bilmem.
Bildiğim şudur:
İnsanın doğada hayvanlar gibi masum yaşadığı on binlerce yılın bizi
hazırladığı hayat, yaşamakta olduğumuz bu hayat değildir.
Tatminsizliğin sınırsız, depresyonun en yaygın ruh hâli olmasının nedeni
aslımızdan kopmuş olmamızdır.
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi