16 Ağustos 2020 Pazar

Evlilik aşkın mezarı değildir ama...

Evlilik aşkın mezarıdır derler ama bu ille de doğru değildir. Daha doğru olan, evliliğin karıkoca arasındaki seksin mezarı olduğudur. 
 
Evlilik eskidikçe çiftler daha az sevişirler. Yaşı otuzu bile bulmamış bazı karıkocaların ayda bir defa seks yaptığı, kırkını geçen kimi çiftlerin yataklarını ayırdığı sır değildir. Bunun nedeni evliliğin doğal değil sosyal bir fenomen olmasıdır. 
 
Doğa insanların evlenmesini değil çiftleşmesini ister. Bu, doğanın sadece insanlardan değil bütün canlılardan beklentisidir: Erkek olabildiği kadar çok dişiyi dölleyecek, dişi mümkün olduğu kadar çok doğuracak, yeryüzü her zaman sayısız canlı ile dolu olacak. 
 
Toplum ise devleti ve dinleri de yanına alarak, erkek ile dişinin rüşte erdikten sonra evlenmelerini ve hayatlarının sonuna kadar birbirlerine sadık kalarak yaşamalarını ister. Ama bu zordur, belki imkânsızdır, çünkü insan doğasına aykırıdır. 
 
İnsanlarda, geçtiğimiz Perşembe günkü yazımda anlattığım, doğuştan gelen bir mekanizma var: Bu mekanizma aynı kişi ile seks yapmayı zaman içinde sıkıcı kılar. Kişiyi başka partnerler aramaya sevk eder. Tipik erkek, önüne fırsat çıktığında yeni bir partner deneyecektir. Bu, irade ile etkisizleştirilecek bir güdü değildir: Kişi ya doğasının gereğini yapacaktır ya da sessiz bir doyum eksikliği içinde açlığına tahammül edecektir. 
 
Ancak durum her zaman böyle değildi. İnsan homo sapiens olarak var olduğu yüz doksan bin yıl içinde özgür bir cinsellik yaşıyordu. Bu özgürlüğün cendereye sıkıştırılması insanın toplama ve avlama dönemini kapatıp on-on beş bin yıl önce hayatının düzenini devlete ve tek tanrılı dinlere teslim etmesiyle başladı. 
 
Toplama ve avlanma döneminde insanın cinselliğini tam olarak nasıl yaşadığını bilmek mümkün değildir. Ama On Dokuzuncu Yüzyıl’ın son bölümünden başlayarak, hâlâ eski hayat tarzına tutunmuş bir şekilde yaşayan ilkel kavimler hakkında yapılmış araştırmada bazı ipuçları bulmak mümkündür. 
 
Avrupalıların yasaklayıcı etkileri hissedilmeden önce Güney Çin Denizi’nde ve Pasifik adalarında hem kadın hem erkekler için cinsel özgürlük hüküm sürüyordu. Cinsel birleşme ahlaksızlık sayılmıyordu ve evli olmayanlar için tam serbesti vardı. Asya, Avustralya, Okyanusya, Afrika ve Güney Amerika’yı kapsayan bölgede evli kadın ve erkekler bazı hâllerde başkalarıyla sevişebiliyorlardı. Gençler evlilik öncesinde cinsel ilişkiye girmekte hürdüler. Amazon nehrinin kıyılarında yaşayan bazı kabilelerde geceleyin yapılan danslarda isteyen isteyenle yatıyordu. 
 
Bu birkaç örnekten de görülebileceği gibi ilkel diye nitelendirdiğimiz topluluklar aslında doğalarına uygun yaşamakta modern insandan önde idiler. Onları kısıtlayan bir semavi veya yeryüzü gücü yoktu. Anladık da şimdi ne yapabiliriz, diye sorabilirsiniz. Onu bilmem. Bildiğim şudur: İnsanın doğada hayvanlar gibi masum yaşadığı on binlerce yılın bizi hazırladığı hayat, yaşamakta olduğumuz bu hayat değildir. Tatminsizliğin sınırsız, depresyonun en yaygın ruh hâli olmasının nedeni aslımızdan kopmuş olmamızdır.

www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ

Diyalog Gazetesi


ZAMANSIZ YAZILAR