Mutlu Tönbekici gözünü kapatıp en güzel
şeyi düşünmek istediğinde Sirkilet'in manzarasını hayal ederdi hep.
Tönbekici İstanbul’da yaşıyor.
Ünlü bir köşe yazarı iken anne olmanın gazeteci olmaktan daha keyifli
olacağı kararına vararak kimsesiz bir çocuğu evlat edindi.
Ve bir gün çocuğuna bakmakta ona yardım eden Ayşe’nin Karadeniz’deki
köyünde buldu kendini. Artvin Yusufeli'ne bağlı Sirkilet idi bu köy.
Oraya ilk gidişini şöyle anlattı bana yazdığı mektupta:
“Ayşe'nin köyü meğer dünyanın en zor yolundan gidilen, dağların en
tepesinde bir yerlerdeymiş. Ürkütücü, yürek hoplatıcı yerlerden geçiyorduk. Dar ve çok derin nehir yataklarının kenarından, dimdik inen yamaçların
içine oyulmuş patikadan hallice toprak yollardan, ot bitmeyen, sivri
dişli parlak kayaların arasında gidiyorduk. En küçük bir hatada 100
metre aşağıya hiç takılmadan yuvarlanabilirdik.”
Köye vardıklarında güneş çoktan batmıştı.
Ertesi sabah uyanınca pencereden dışarı baktı. Gökyüzünde bir vahadaydı!
Dağların arasında bir düzlük. Yamaçlarda sekiler yapılmış, dar uzun
tarlalarda her çeşit ekin vardı. İnekler, koyunlar otluyordu. Uzun
kavaklar rüzgârda tatlı tatlı sallanıyordu. Bir horoz canhıraş öttü.
Ayşe onu ufak bir tepeye çıkardı.
Bir taraf Kaçkarlar, bir taraf Yalnızçam Dağları...
"Bizim köyde manzaradan başka bir şey yoktur" dedi.
“İşte o an yüreğim hop etti ve âşık oldum buraya,” diye yazdı Tönbekici.
Kahvaltıdan sonra dağdan aşağıya inip Karadeniz gezisine devam etti ama
aklı orada kaldı.
O yıldan sonra her yaz Ayşe'nin köyüne gitti. Bazen 15 günlüğüne, bazen
bir aylığına...
“Ben buraya ‘insanlığın başlangıcı köyü’ diyorum diye yazdı.
“Burada
paranın sözü geçmiyor çünkü. Beş bin yıl önce insanlar ne yapıyorsa,
aynısının, aynı duygu ve emekle yapıldığı bir yer... Evin mi olsun
istiyorsun? Taş taşımakla başlayacaksın o zaman. Ekmeğin mi olsun
istiyorsun? Buğday ekmekle başlayacaksın. Peynirin mi olsun istiyorsun?
İnek besleyeceksin... En zenginin en fakir, en fakirin en zengin olabileceği topraklar
buralar... Tabii önce zenginlik nedir, fakirlik nedir bir düşünmek
şartıyla... “
Bu yaz Tönbekici kızı Piti ile Sirkilet'te inzivaya çekildi.
“Antik dünyada nasıl hastalıktan, istiladan, yağmadan ve sarı
sıcaklardan kaçmak için insanlar dağlarda köyler
kurarmış ve neredeyse hiç inmezlermiş ovaya, işte ben de o duygularla
geldim bu ‘dünyanın sonundaki köye’... Zira bu köyden sonrası yok. Yol
burada bitiyor. Kimsenin yanlışlıkla veya geçerken sana uğrayabileceği
bir yer değil. Tabela bile yok.”
Çocuğu bütün gün dışarıda. Köydeki çocuklarla oynuyor da oynuyor. Bazen
ineklerin peşinde çobanlığa, bazen tarlaya ot biçmeye gidiyor. Bir gün
sırılsıklam geldi. Derede yüzmüş! Nasıl mutlu!
O da elektrikler varken bir köşeye çekilip kitabını yazıyor.
Akşam üzeri yürüyüşe çıkıyor.
Her gün aynı yolu takip edip aynı ormanda yürüyor. Uzun uzun bulutlara,
sıradağlara bakıyor. Buğday tarlaları arasında yürüyüp ekinlere
dokunuyor. Elinde kalan başağın, kekiğin, nişoş otunun kokusunu içine
çekiyor. Bir ayı veya bir kurt ile karşılaşacağım diye hafif tedirgin
ama yine de mutlu, yürüyor da yürüyor.
Ve yazmak için koca şehirlerde bulamadığı ilhamı bu küçücük köyde, bu
rengârenk dağlarda buldu.
Üç aydır orada ve “derin bir mutluluk ve neşeli bir huzur içinde.”
*
Bazen bir yere kaçtığında bir bakarsın ki bir sürü şey de sana kaçmış.
Galiba Mutlu’nunki öyle bir durum. İnsanı kıskandırıyor.
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi