Bu sabah National Geographic dergisinde Namib Çölü’nde yaşayan garip
canlıların fotoğrafına bakarken düşündüm gene bunu.
Çöl canlılarından biri, belki de dünyadaki en uzun yaşayan bitki olan ve
bitkiler hiyerarşisinde yerinin ne olduğu tam belirlenemeyen esrarengiz Welwitschia’dır.
Welwitschia’nın biri bin diğeri iki bin yaşında olduğu tahmin edilen
örneklerine rastlandı.
Bitki 1859’da onu Namib Çölü’nde keşfeden Avusturyalı kâşif ve botanist
Friedrich Welwitsch’in (1806-1872) adını taşıyor.
Welwitschia, dünyanın belki de en kurak çölünde Atlantik Okyanusu’ndan
gelen rüzgârların taşıdığı rutubet ile besleniyor.
Suyu, havanın sisli olan zamanlarında açılan yaprak deliklerinden
alıyor. Sis geçince delikler kapanıyor ve suyu içeride hapsediyor.
Yapraklar kökten su almıyor da otuz metreyi bulan köklere su veriyor. Bu
özelliği bitkinin 65 santigrat dereceyi bulan sıcaklıklarda yaşamını
sürdürmesine olanak sağlıyor.
***
Bilgi iştahı antik çağlarda Eski Yunan’da filizlendi.
Felsefe kelimesi ilk kullanıldığında “öğrenme açlığı” anlamına
geliyordu.
Pisagor (MÖ 570 - MÖ 495) kendini “bilge bir insan” veya “bilen biri”
değil “bilmek isteyen biri,” bir feylesof, olarak tarif ediyordu.
Bilme açlığı ilginç bir açlıktır.
Bilmemekle veya cehaletle başlar ama öğrenmekle doyuma ulaşmaz.
Bilinmeyen bir şeyi öğrenmek veya öğrenmeye yaklaşmak başka şeyleri
öğrenmeye karşı bir açlık doğurur.
Bu normaldir: dünyada - ve bildiğimiz kadarıyla kâinatta - her şey
birbirine bağlıdır.
Bir şeyi öğrendiğimizde büyük bir bütünün küçük bir parçasını anlamış
oluruz. Ve bu öğrenme açlığımızı doyurmaz, artırır.
Kâinat içinde barındırdığı bilgilerin toplamı olduğuna göre, Eski
Yunan’da başlayan öğrenme açlığı varlığın tamamını anlama açlığından
başka bir şey değildir.
Biz Türkler başka birçok millet gibi bu açlığı hiç duymadık. Sanırım
bunun en büyük nedenlerinden biri Eski Yunan’dan ve Batı’da onun
üzerine inşa edilen diğer düşünce ve buluşlardan yararlanmamamız, hatta
Hristiyan olduğu için Batı’ya her şeyi ile husumet duymamızdır.
Romalılar Antik Yunan medeniyetine hayrandılar ve Milattan Önce
140’lardan başlayarak Antik Yunan’ı meydana getiren şehir devletlerini
ele geçirdiklerinde oradan ganimet yerine kültür taşıdılar ülkelerine.Yunanca üst sınıfın eğitim müfredatında önemli bir yer tutuyordu.
Osmanlı On Beşinci Yüzyıl’ın ortalarından On Dokuzuncu Yüzyıl’ın
başlarına kadar Yunanistan’ı işgalinde tuttu ama dünyanın o ilk büyük
bilgi pınarından bir yudum bile içmeden geri döndü.
Bizde dinmeyen bir araştırmama ve öğrenmeme iştahı var.
Birçok insanın öğrenmesi, ona zaten pek bir şey öğretmeyen okulları
bitirmesi ile sona erer ve bir daha canlanmaz.
Bu durumun sonucu kifayetsiz bilgi ile yaşam sürmektir.
Ve dünyanın önde gelen devletleri arasında yer alamamak, ama aldığını
sanıp geri geri gitmektir.
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi