Arabayı evin önüne park edip dışarı çıkınca
yüzüme bir serinlik vurdu.
Kuzeyden, deniz tarafından, bu ayı için pek olağan olmayan bir esinti
geliyordu.
Taş duvarın arkasında mavi yasemin (ki mavidir ama yasemin falan
değildir), tespih ağacı ve mersin keyifle sallanıp duruyorlardı.
Durdum ve içimde bu zamanlara has bir hoşluk, minnet ve şükür duygusu
ile ânın güzelliğini soludum.
Girne’deki favori yerlerimden biri olan Çatalköy’deki Food Lodge’dan dün
ısmarladığım dinkel ekmeğini almaktan dönüyordum.
Kızartılıp üzerine zeytinyağı gezdirilmiş bir dilimin üzerine serilmiş
domates ve siyah zeytin öğle yemeğim olacak.
Türkçesi kızıl buğday veya kılçıksız buğday olan dinkel veya spelt
Milattan Önce yaklaşık 5000 yılından başlayarak ekilen bir buğday
türüdür.
Bu buğday, Bronz Çağı’ndan Orta Çağlara kadar Avrupa’nın temel gıda
maddelerinden biri idi.
Sonra modası geçti ve yerini çağımızda yaygın olan buğday türlerine
bıraktı.
Bu günlerde, organik tarım akımının da rüzgârıyla, bir tür
yadigâr tahıl olarak Orta Avrupa ve İspanya’nın kuzeyinde ekiliyor ve
unu daha çok artizanvari ekmek yapan dükkânlarda alıcı buluyor.
Fırın, pastane, lokanta karışımı küçük bir yer olan Food Lodge (0533
839 87 64) bildiğim kadarıyla, KKTC’de dinkel unu kullanarak ekmek yapan
tek yerdir.
Bu ekmek ağırdır, bol liflidir ve içinden dinkel tanelerinden
kaynaklanan yirmiye yakın mineral ve vitamin falan vardır, ama ben
bunlar için değil fındıksı tadı ve yoğunluğu için alıyorum.
Ekmek en sevdiğim yiyecektir diyebilirim. Ekmek, zeytinyağı, zeytin ve
domatesle yaşayabilirim.
Sık seyahat ettiğim yıllarda herkes dışarıdan viski gibi şeyler
getirirken ben özellikle Almanya veya Avusturya’da isem ekmek
getirirdim.
Çocukluğumda köylerde her evin bir fırını vardı. Fırınlar haftada bir
yakılır, evde yoğrulan esmer buğday unuyla her biri belki iki-üç kilo
ağırlığında ekmekler yapılırdı.
Soğuduktan sonra ekmekler tavandan iplerle bağlı kare biçimindeki bir
tahtanın üzerinde, çarşaf altında saklanırdı. Hiç bayatlamazlardı.
Ekmeğin fırında pişerken çıkardığı koku benim için dünyanın en güzel
kokusudur.
Türkiye buğdayın anavatanlarından biridir. Orada yaşadığım yıllarda beni
en çok şaşırtan (ve üzen) şey ekmeklerin kalitesizliği idi. Nereye
gitmişti o eski, kepeği alınmamış unlar ve nerede idi tam buğdayla
yöresel ekmekler çıkaran fırınlar?
Cehalet dışında eski her şeyden kolaylıkla vazgeçen TC en temel gıda
maddesini de kaybetmiş, havaya atsan neredeyse düşmeyecek hafiflikte
ekmeklerle karnını doyurur olmuştu.
Kim bilir Anadolu’da onlardan ekmek yapılmayan dinkelden de doyurucu ve
lezzetli ne kadar değişik buğday türleri vardır.
Kaleburnu Köyü’nde hellim aldığım bir aile dışında kendi ekmeğini yapan
kaldıysa adada lütfen bana haber verin. Kapısına dikilip dileneceğim.
Eskilere ait şeylerin bu kadar çabuk ve bu kadar büyük sayılarda
kaybolduğu bir başka dönem oldu mu insanlık tarihinde?
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi