11 Temmuz 2020 Cumartesi

Food Lodge ve dinkel ekmeği

Arabayı evin önüne park edip dışarı çıkınca yüzüme bir serinlik vurdu. Kuzeyden, deniz tarafından, bu ayı için pek olağan olmayan bir esinti geliyordu. Taş duvarın arkasında mavi yasemin (ki mavidir ama yasemin falan değildir), tespih ağacı ve mersin keyifle sallanıp duruyorlardı. 
 
Durdum ve içimde bu zamanlara has bir hoşluk, minnet ve şükür duygusu ile ânın güzelliğini soludum. 
 
Girne’deki favori yerlerimden biri olan Çatalköy’deki Food Lodge’dan dün ısmarladığım dinkel ekmeğini almaktan dönüyordum. Kızartılıp üzerine zeytinyağı gezdirilmiş bir dilimin üzerine serilmiş domates ve siyah zeytin öğle yemeğim olacak. 
 
Türkçesi kızıl buğday veya kılçıksız buğday olan dinkel veya spelt Milattan Önce yaklaşık 5000 yılından başlayarak ekilen bir buğday türüdür. Bu buğday, Bronz Çağı’ndan Orta Çağlara kadar Avrupa’nın temel gıda maddelerinden biri idi. Sonra modası geçti ve yerini çağımızda yaygın olan buğday türlerine bıraktı. 
 
Bu günlerde, organik tarım akımının da rüzgârıyla, bir tür yadigâr tahıl olarak Orta Avrupa ve İspanya’nın kuzeyinde ekiliyor ve unu daha çok artizanvari ekmek yapan dükkânlarda alıcı buluyor. Fırın, pastane, lokanta karışımı küçük bir yer olan Food Lodge (0533 839 87 64) bildiğim kadarıyla, KKTC’de dinkel unu kullanarak ekmek yapan tek yerdir. Bu ekmek ağırdır, bol liflidir ve içinden dinkel tanelerinden kaynaklanan yirmiye yakın mineral ve vitamin falan vardır, ama ben bunlar için değil fındıksı tadı ve yoğunluğu için alıyorum. 
 
Ekmek en sevdiğim yiyecektir diyebilirim. Ekmek, zeytinyağı, zeytin ve domatesle yaşayabilirim. Sık seyahat ettiğim yıllarda herkes dışarıdan viski gibi şeyler getirirken ben özellikle Almanya veya Avusturya’da isem ekmek getirirdim. 
 
Çocukluğumda köylerde her evin bir fırını vardı. Fırınlar haftada bir yakılır, evde yoğrulan esmer buğday unuyla her biri belki iki-üç kilo ağırlığında ekmekler yapılırdı. Soğuduktan sonra ekmekler tavandan iplerle bağlı kare biçimindeki bir tahtanın üzerinde, çarşaf altında saklanırdı. Hiç bayatlamazlardı. 
 
Ekmeğin fırında pişerken çıkardığı koku benim için dünyanın en güzel kokusudur. Türkiye buğdayın anavatanlarından biridir. Orada yaşadığım yıllarda beni en çok şaşırtan (ve üzen) şey ekmeklerin kalitesizliği idi. Nereye gitmişti o eski, kepeği alınmamış unlar ve nerede idi tam buğdayla yöresel ekmekler çıkaran fırınlar? 
 
Cehalet dışında eski her şeyden kolaylıkla vazgeçen TC en temel gıda maddesini de kaybetmiş, havaya atsan neredeyse düşmeyecek hafiflikte ekmeklerle karnını doyurur olmuştu. Kim bilir Anadolu’da onlardan ekmek yapılmayan dinkelden de doyurucu ve lezzetli ne kadar değişik buğday türleri vardır. 
 
Kaleburnu Köyü’nde hellim aldığım bir aile dışında kendi ekmeğini yapan kaldıysa adada lütfen bana haber verin. Kapısına dikilip dileneceğim. Eskilere ait şeylerin bu kadar çabuk ve bu kadar büyük sayılarda kaybolduğu bir başka dönem oldu mu insanlık tarihinde?

www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi


ZAMANSIZ YAZILAR