9 Kasım 2008 Pazar

Yağmur cezası

OZANKÖY
Sabaha doğru yağmur sesiyle uyandım. Kuru kuyunun yanındaki dutun sararmaya başlayan yapraklarına yağmur taneleri düşüyordu. Burnuma ıslak toprak kokusu geldi ya da geldiğini hayal ettim.

Fizan çölüne oğul yollamış asker annesinin hasretine benzer bir özlemle yağmur bekliyorum aylardır. Birkaç gün önce yağmur beklentisiyle bahçemin dönümlerini sürdürdüm. Toprak gelecek yağmuru daha kana kana içsin, derinlerine çeksin diye. Ama yağmur gelmedi.

Sabahleyin beni uyandıran, yağmur dediğim şey, serpintiden başka bir şey değildi. Başlamasıyla bitmesi bir oldu. Otomobilimin ön camında kuruyan topraklı damlalardan başka bir emare bırakmadı.

Susuzluğa en dayanıklı Akdeniz bitkilerinden biri adaçayıdır. Sekiz, dokuz, hatta on ay yağmursuz yaşayabilir. Belki de ona acımtırak kokusunu ve tadını veren yağmur hasretidir.

Geçen gün bahçede yürürken patikanın sağındaki adaçaylarının kurumuş olduğunu gördüm. Evi aldığımda orada olduklarına göre en az yirmi küsur yaşındaydılar. Yağmur yediklerinde yeniden canlanırlar mı yoksa bir daha kalkmamak üzere mi düştüler, bilmiyorum.

Beşparmaklardaki ormanda bile ağaçlar ölüyor. Kahverengi kahverengi görüyorsunuz onları yeşilliğin içinde. Çamların ve servilerin yeşili solgun, tozlu bir renk almaya başladı.

Yürürken ağaçların arasından aşağıdaki gölette bir damla su kalmamış olduğunu görüyorum.

Ertesi gün gökyüzü masmavi. Bir tek bulut yok. Tişörtle dolaşıyorum. Gidip yüzsek mi diye düşünüyorum.

Keklikler ne içiyor?

“Ayın 12’sinde cemre düşecek” diyor kardeşim.

“Saatli Maarif Takvimi’nden mi öğrendin?”

“Hayır bundan.” Yanında, oturduğu koltuğun üstünde, kalın, siyah kaplı bir not defteri veya ajanda var. İki eliyle kaldırıp bana gösteriyor. “Bunun içinde şey var” diyor, gelecekte ne olacağını gören bir eski zaman peygamberinin bilgiç tebessümüyle. “Sen de varsın.”

Ağzında iki diş kaldı. İkisi de önde. Biri altta, diğeri üstte. Gülünce ilk dişlerini çıkaran bebeklere benziyor.

“Cemreye boş ver, yağmur yağacak mı onu söyle” diyorum.

“Kitap onu yazmıyor” diyor.

“Çöpe at o zaman onu.”

Çiçek ve ağaç satan seranın sahibesi, “Ayda bir su isteyen bitkilerden bir köşe yaptım” diyor.

Arkasından yürüyorum. Kaktüs, iris ve Japon gülü ile ekili bir alana götürüyor beni.

Ama ben inatla ve açgözlülükle bol su isteyen çiçekli sarmaşıklar, yakut çiçekli bodur bitkiler, sarı ve pembe çiçek veren zehirli ağaçlar alıyorum. Hayalimde, gökgürültülü eski yağmurların su içirdiği sarmaşıklar pergolalara, bahçe duvarlarına tırmanıyor, boru çiçekleri acı kokularını yatak odama yolluyor.

Bu kışın da geçen kış gibi yağmursuz geçebileceğine inanmak istemiyorum.

“Bu sene yağmurlu geçecekmiş” diyorum arkadaşıma.

Uyduruyorum tabii. Bu inancı destekleyecek bir bilgi ne bende var, ne de, muhtemelen, dünyanın herhangi bir meteoroloğunda. Ama ben inanmak istiyorum. “Martta bahçe yemyeşil olacak” diye atmaya devam ediyorum. “Her taraf kır çiçekleriyle dolacak.”

Ya olmazsa? Ya her şey adaçayı gibi ölürse?

Keklikler susuzlukta kırılıyor olsa bile av mevsimi açıldı. Milli park olan, avcılara kapalı alanlar dahi bu yıl ava açılmış. Pazar günü tüfek sesiyle uyandım. Öğleden sonra bahçede dolaşırken bir fişek buldum.

Acaba kümes hayvanları için de av mevsimi açıldı da haberim mi yok?

Yağmur yağmıyor. Yağmıyor. Yağmıyor.

Bir suç için cezalandırılıyor olabilir miyiz?

2020 - 2023


ZAMANSIZ YAZILAR

  • İYİ, DAHA İYİ, ÇOK DAHA İYİ

    Ozanköy Saçlarımı kestirdikten sonra arabayı 'Ya Beleş'e sürdüm. Çocukluğumda, sokak satıcıları, mallarının bedava denecek kadar ucuz olduğunu "Ya belleşşş!" diye bağırarak ilan ederlerdi. Yol kenarındaki bu üstü açık, salaş ama hayli müşterisi olan manav adını bu eski sokak çığırışından alıyo... DEVAMI>>

  • BİR ÜLKEDE BİR KİŞİ BİR BİR SAYDI *

    Bir duvar var, yıkılmıyor. Bir şarkı var, duyulmuyor. Bir mesaj var, ulaşmıyor. Bir dağ var, aşılmıyor. Bir sevgi var, paylaşılmıyor. Bir cennet var, gidilmiyor. Bir dua var, edilmiyor. Bir rüya var, gerçekleşmiyor. Bir giysi var, çıkarılmıyor. Bir kılıç var, kınlanmıyor. Bir ya... DEVAMI>>

  • Akıllılar kuşku içinde, aptallar emin olursa

    Dünya kifayetsiz muhterislerle doludur ve bunlar her yerde hak etmedikleri konumlardadırlar.Meclis’te, bakanlar kurulunda, bürokraside, askerde, büyük şirketlerde, küçük şirketlerde, üniversitelerde, okul sıralarında... Hayatın her yolunda karşınıza çıkarlar.Her yer “Buraya nasıl gelmiş,” diye ş... DEVAMI>>

  • Bilgi arttıkça acı da artar

    Bazen, söylenmeye değer her şeyin çok eskiden söylendiğini düşünüyorum. Eski Ahit “Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır,” yazıyor. *O zaman da öyleydi, bugün de, yarın da ve her zaman böyle olacak.İhtiras zamanı var, ihtirastan arınma zamanı var.Kazanma zamanı var, kay... DEVAMI>>

  • Bilgisayarın ölümü ve canlanışı

    Hayatta kendime öğrettiğim derslerden biri, kaybolan şeylere, can değilse, üzülmemektir.Boşanmalar, yer değiştirmeler, ekonomik krizler, arkadaş kazıkları, savaş; maddi durumumun kâr hanesinde yazılı birçok şeyin zarar hanesine geçmesine neden oldu. Evler, kitaplar, bugün yanına bile yanaşmam mü... DEVAMI>>

  • Türkiye sıra değil kitledir

    Türk Hava Yolları’nın havaalanındaki bilet gişesinin önünde bir kişi vardı. Arkasında kuyruğa girdim.Az sonra aralarında konuşan iki erkek, telaşla geldi. Ceketli kravatlı olanın elinde bir e-bilet vardı. Diğeri, asık suratlı ve hödük tavırlı olanı, onun refakatçisi olmalıydı. Kravatlı olanı sol... DEVAMI>>

  • Bilgisayarın (hıçkırma!) ölümü

    Apple dizüstü bilgisayarım pazar günü yavaşlamaya başladı.Pazartesi yavaşlamaya devam etti.Salı günü “Sana doyum olmaz,” deyip öbür dünyaya göç etti. Kucağımda öldü derler ya. Aynen öyle oldu.Ölüm şu şekilde meydana geldi. Ekran siyah oldu. Üzerinde beyaz hurufatla, Einstein’ın E=mc2 formülünün ... DEVAMI>>

.