16 Kasım 2008 Pazar

Geceyi karargâhta geçiriyorum

Artık geceleri sabaha kadar deliksiz uyuyamıyorum. Bazen uyuduktan bir saat sonra uyanıyorum. Bazen ezan sesiyle. Bazen saat üç civarında.

Bir süre yeniden dalmaya çalışıyorum. Başaramazsam, ki çoğunlukla başaramıyorum, kitap okumak için ışığı açıyorum. Bunu mümkün olduğu kadar geciktirmeye çalışıyorum, çünkü bu anlarda ışık ayazda kendiliğinden açılan pencereden içeri esen soğuk rüzgâr gibi ani, sert ve sevimsiz geliyor bana. Thoreau boşuna “Elektrik karanlığı öldürür, mum aydınlatır” demedi.

Bugünlerde Çin’de 618-907 yılları arasında hüküm süren T’ang hanedanının son çağlarında yazılmış şiirlerin İngilizce çevirilerini okuyorum. T’ang, Çin şiirinin altın çağı olarak addediliyor.

Tekrar tekrar okumama rağmen şiirlerin anlamını tam olarak kavrayamıyorum. Bin küsur yıl önce düşünülmüş düşünceler, milyarlarca yıl önce ölmüş yaratıkların kalıntılarından çok daha çok esrarengiz.

Çoktan ortadan kaybolmuş kentler, unutulmuş savaşlar, kim olduğu meçhul barbarlar, bilmediğim ağaçlar, bana yabancı olan efsanelere yapılan atıflar anlamamı zorlaştırıyor. Ama gene de okuduklarımdan keyif alıyorum.

Şimdi Çin bir çevre felaket bölgesi. Doğasının her parçasını feda etti, zenginleşmek için kızlarını satan bir baba gibi.

T’ang devrinde insanlar doğayla ve yabani hayvanlarla iç içeydiler. Bir yerden bir yere giderken kaplanlardan sakınmaları gerekiyordu. Nehirlerde su, aksettirdiği ay ışığı gibi temiz ve parlaktı. Elektriksiz geceler ay ve yıldızları insanlara yaklaştırıyordu. Ten ile soğuk arasında kalorifer yoktu. Savaş ve sürgünler, tehlikeli ve yavaş yolculuklar, gidip de gelmemeler, güneş doğmaya başlarken görülen rüyalar, ayın tepelere vuran “beyaz şafağı,” göl kenarları vardı.

Neredeyse tamamını anladığım bir şiir karşıma çıkınca seviniyorum. T’ang şairlerinin en büyüğü olarak addedilen Tu Fu’nin (712-70) Geceyi Karargâhta Geçiriyorum adlı şiiri bu.

Hasat zamanı açık bir gece.
Karargâhın avlusunda
Wu-tung ağaçları üşüyor.
Nehrin kıyısındaki kentte
Tek başıma uyanıyorum
Titrek mum ışığında.
Gece boyu çalan borular
Düşüncelerimi tedirgin ediyor.
Gökyüzü ayın görkemiyle yıkanmakta
Ama bakan kim?
Toz kasırgaları, yazamıyorum.
Hudut geçidinde bekçi yok.
Yolculuk etmek tehlikeli.
On yıldır yollarda,
İçim hüzün dolu.
İnce bir dala tünemiş kuş misali
Birkaç dakika huzur bulduğum için
Şükrediyorum.

Bu şiir bugün yazılmış olamaz mıydı?

İnsandan insana vasiyetsiz miras kalan, hiç değişmeyen şeyler var. Bin sene önce ile bugün ayağı kırılan bir insanın duyduğu ıstırap nasıl aynı ise eski dostlara duyulan özlem de aynı. Ay ışığında içilen şarabın keyfi. Karargâhta, en beklenmedik anda, insanı kasvete boğan ev hasreti.

El değişiyor ama tespih hep aynı.

İnsan olmak, düşüncelerin doğurduğu vahşi atların üzerinde yere düşmeden durmaya çalışmaktır.

İp kopup oyun bitinceye kadar.


2020 - 2023


ZAMANSIZ YAZILAR

  • Kumlara basmadan denize girmiş olsan da yine gel

    Bahçemde her mevsimde meyve var. Şimdi incir zamanı. Üç incir ağacım var. İkisi bir önceki ev sahibinden kaldı. Biri, asırlık olanı, ev kadar yüksek, diğeri duvar gibi geniş. Üçüncü incir evin batıya bakan duvarı ile bahçe duvarının kesiştiği yerde kendiliğinden çıktı. Temellere zarar vermemesi için... DEVAMI>>

  • Yapmaya üşenenler için yoga

    Yeni bir yazar keşfetmek yeni bir aşk bulmak kadar ilginç ve heyecanlıdır. Hatta daha ilginç ve daha heyecanlı. Çünkü aşkların çoğu zamanla azalır veya biter, ama ilginç bir yazar keşfetmenin hazzı hiç kaybolmaz. Buzdolabındaki dondurma gibi, kitaplıkta, canınızın istediği an size tatmin vermek için... DEVAMI>>

  • Hey! Ben döndüm!

    Ozanköy Tatil sona erdi. Aslında tatil sona ermedi. İzin sona erdi. Çünkü tatil yapmadım. Burada kaldım. Her zaman ne yapıyorsam onu yaptım: Yazdım. Ama bu defa gazete değil, kendim için. Sıcak ve nem, insafsız bir ordu gibi, beni kuşattı ve “Teslim ol canını bağışlayayım,” dedi. Teslim oldum. Sıcak... DEVAMI>>

  • Deniz yatak, su yorgan

    KarakumElli kadar kulaç atıp yüzümü karaya çevirince kumsalda, ayakta sohbet eden Rus kadınları ve çevrelerinde oynayan çocukların yanına, biri erkek diğeri kadın, iki kişinin geldiğini gördüm.Yüz yüze, yakın duruyorlardı. Adam tişörtünü sonra cinini çıkardı ve mayosuyla... Hayır, donuyla kaldı. Kad... DEVAMI>>

  • YERE DÜŞEN KADIN

    VİYANA Çaycıdan, Mozart Cafe’de kahve içip Sacher Torte yedikten, kitap okuduktan ve garsonla muhabbet ettikten sonra hesabı ödedim ve kalabalık caddeden St Stevens Katedrali’ne doğru yürümeye başladım. Sıcakta cadde, dünyanın herhangi başka bir şehrinde satın alınabilecek markaları satan dükkanlarl... DEVAMI>>

  • Gülnar’ın bahçe rehberi

    Kendi bahçesinde çiçek veya sebze yetiştirmek kadar insana zevk veren az şey var. Birçok insan, toprağa basamadığı, bu zevkten mahrum olduğu için mutsuzdur ama nedenin bu olduğunun farkında bile değildir.Toplayarak ve avlanarak yaşayan atalarımızdan uzaklaştıkça mutsuzluğa ve yıkıma yaklaşıyoruz. ... DEVAMI>>

  • İrem Barutçu’nun Nail’i

    Türkiye’de iktidar adamı yakar. Onu yakalamak isteyenler, yakalayanlar, onu kullanarak zengin olanlar, onu kullananlara hizmet ederek yaşayanların geleceği belirsizdir. Bu gerçek Ertuğrul Gazi Söğüt’e yerleştiğinden beri değişmedi ve değişmeyecek.Nedeni de hiç değişmedi. Türkiye hiçbir zaman bir hu... DEVAMI>>

.