Bahçenin uç tarafında beyaz, büyük, bakımlı
bir kedi uzanmış güneşleniyordu.
Geldiğimi görünce kısa bir tereddüt geçirdi sonra hızla ters istikamete
kaçıp kayboldu.
Bugün kendimi sevmiyorum.
“Haklısın ahbap,” diyorum. “Geldiğimi görsem ben de ardıma bakmadan
kaçardım. Ama kaçacak yerim yok.”
Kurşuni bir gün. Yer ıslak. Güneş bir açıp bir kapıyor. Uzaktan derin
derin gök gürültüleri geliyor.
Ağaçlarda kalan son birkaç inciri ve narı topluyorum, daha tam
olgunlaşmamış olmasına rağmen bir portakal koparıyorum ve eve
yollanıyorum.
Şömineyi yakabilirim ama yakmıyorum. Çorba pişirebilirim ama
pişirmiyorum. Yukarı çıkıp uyuyabilirim ama çıkmıyorum.
Bugün tersliğim üzerimde.
Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine satın aldığım Falih Rıfkı Atay’ın
(1894-1971) Zeytindağı adlı kitabına uzanıyorum.
Acaba ruh hâlim, tüyler ürpertici olaylar ve tablolarla dolu bu kitabın
üzerimde bıraktırdığı etkiden mi?
Keyfi bir yönetim altında Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı’nın
ipleri çözülen bir çadır gibi nasıl çöktüğünü anlatıyor kitap.
Bir yerinde içeride disiplini sağlamak için Şam ve Beyrut’ta kırk kadar
Arap milliyetçisinin asıldığından bahsediliyor.
Bu anlatımdan, bir tablo çıkmamak üzere zihnime yerleşiyor:
Beyrut’ta Cemal Paşa, evinin merdivenlerinden inerken, güzel ve siyahlar
giyinmiş bir kadın, yanında çocuğu ile onu karşılıyor. Çocuk, elindeki
çiçek demetini komutanın ayağının altına atarak “Babamı bağışlayın,”
diyor.
“Kumandanın o gün gözlerinin yaşardığını ve titreyen çenesini güç
tuttuğunu görmüştüm,” diye yazıyor Falih Rıfkı.
“Çünkü bu siyahlı kadın
evine dönerken, meydanın bir köşesinde, sevdiği kocasının soğumuş beyaz
cesedini görecekti.”
Türk oralarda o kadar hakir görülüyordu ki birine “Türk müsün?” diye
sorulduğunda verilen cevap “Estağfurullah,” oluyordu, diye yazıyor Falih
Rıfkı.
Bugün durum ne kadar değişik?
Osmanlı asırlar boyunca Arap ellerini o kadar yoksul bıraktı, o kadar
zulüm yaptı ki bugün oralarda Türk’e kucak açılacağını hayal etmek bile
gülünç.
Ama ediliyor.
Osmanlı fethe dayalı eski model bir imparatorluk olduğu, yeni çağlara
ayak uyduramadığı için çöktü. Fethe dayalı imparatorluklar fetih devam
ettiği, ele geçirilen yerlerden servet başkente aktığı, askerler
ödendiği müddetçe ayakta durur. Başka kentleri ve ülkeleri savaşarak
alma durunca düşüş başlar. Bunun klasik örneği Roma İmparatorluğu’dur.
Savaşların modası geçti.
Savaşabilirsin ama zafere ulaşamazsın.
Savaşta, sonunda, vuran da vurulan da kaybeder.
Bunu, iki dünya savaşından sonra Avrupa öğrendi. Amerika Irak’ta
hezimete uğrayarak anladı.
Rusya Afganistan’da perişan olduğu hâlde öğrenmemekte direniyor, çünkü
ayakta durmak için maceralara girişmek ihtiyacında olan bir despot
tarafından yönetiliyor.
Çağımızda güçlü devletler ekonomisi sağlam olan, halkını refah içinde
yaşatan devletlerdir.
Türkiye için ekonomisi sağlam, halkını refah içinde yaşatan bir devlet
olduğunu söyleyemeyiz.
Bunun kitap dolduracak nedenleri var. Ama önemli bir neden; Osmanlı’nın
çöküşünden ders çıkarmaması, demokratikleşememesi, hukuk devleti
olamaması, Doğulu kalmasıdır.
Ama şu anda aklımda bunlar değil Cemal Paşa’nın ayaklarına çiçek atan
çocuk var.
O da babasının asılmış cesedini gördü mü? Ondan sonra hayatı nasıl oldu?
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi