3 Aralık 2020 Perşembe

Zeytindağı

Bahçenin uç tarafında beyaz, büyük, bakımlı bir kedi uzanmış güneşleniyordu. Geldiğimi görünce kısa bir tereddüt geçirdi sonra hızla ters istikamete kaçıp kayboldu. 
 
Bugün kendimi sevmiyorum. “Haklısın ahbap,” diyorum. “Geldiğimi görsem ben de ardıma bakmadan kaçardım. Ama kaçacak yerim yok.” 
 
Kurşuni bir gün. Yer ıslak. Güneş bir açıp bir kapıyor. Uzaktan derin derin gök gürültüleri geliyor. 
 
Ağaçlarda kalan son birkaç inciri ve narı topluyorum, daha tam olgunlaşmamış olmasına rağmen bir portakal koparıyorum ve eve yollanıyorum. Şömineyi yakabilirim ama yakmıyorum. Çorba pişirebilirim ama pişirmiyorum. Yukarı çıkıp uyuyabilirim ama çıkmıyorum. Bugün tersliğim üzerimde. 
 
Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine satın aldığım Falih Rıfkı Atay’ın (1894-1971) Zeytindağı adlı kitabına uzanıyorum. Acaba ruh hâlim, tüyler ürpertici olaylar ve tablolarla dolu bu kitabın üzerimde bıraktırdığı etkiden mi? 
 
Keyfi bir yönetim altında Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı’nın ipleri çözülen bir çadır gibi nasıl çöktüğünü anlatıyor kitap. Bir yerinde içeride disiplini sağlamak için Şam ve Beyrut’ta kırk kadar Arap milliyetçisinin asıldığından bahsediliyor. Bu anlatımdan, bir tablo çıkmamak üzere zihnime yerleşiyor: 
 
Beyrut’ta Cemal Paşa, evinin merdivenlerinden inerken, güzel ve siyahlar giyinmiş bir kadın, yanında çocuğu ile onu karşılıyor. Çocuk, elindeki çiçek demetini komutanın ayağının altına atarak “Babamı bağışlayın,” diyor. “Kumandanın o gün gözlerinin yaşardığını ve titreyen çenesini güç tuttuğunu görmüştüm,” diye yazıyor Falih Rıfkı. 
 
“Çünkü bu siyahlı kadın evine dönerken, meydanın bir köşesinde, sevdiği kocasının soğumuş beyaz cesedini görecekti.” Türk oralarda o kadar hakir görülüyordu ki birine “Türk müsün?” diye sorulduğunda verilen cevap “Estağfurullah,” oluyordu, diye yazıyor Falih Rıfkı. 
 
Bugün durum ne kadar değişik? Osmanlı asırlar boyunca Arap ellerini o kadar yoksul bıraktı, o kadar zulüm yaptı ki bugün oralarda Türk’e kucak açılacağını hayal etmek bile gülünç. Ama ediliyor. 
 
Osmanlı fethe dayalı eski model bir imparatorluk olduğu, yeni çağlara ayak uyduramadığı için çöktü. Fethe dayalı imparatorluklar fetih devam ettiği, ele geçirilen yerlerden servet başkente aktığı, askerler ödendiği müddetçe ayakta durur. Başka kentleri ve ülkeleri savaşarak alma durunca düşüş başlar. Bunun klasik örneği Roma İmparatorluğu’dur. 
 
Savaşların modası geçti. Savaşabilirsin ama zafere ulaşamazsın. Savaşta, sonunda, vuran da vurulan da kaybeder. Bunu, iki dünya savaşından sonra Avrupa öğrendi. Amerika Irak’ta hezimete uğrayarak anladı. Rusya Afganistan’da perişan olduğu hâlde öğrenmemekte direniyor, çünkü ayakta durmak için maceralara girişmek ihtiyacında olan bir despot tarafından yönetiliyor. 
 
Çağımızda güçlü devletler ekonomisi sağlam olan, halkını refah içinde yaşatan devletlerdir. Türkiye için ekonomisi sağlam, halkını refah içinde yaşatan bir devlet olduğunu söyleyemeyiz. Bunun kitap dolduracak nedenleri var. Ama önemli bir neden; Osmanlı’nın çöküşünden ders çıkarmaması, demokratikleşememesi, hukuk devleti olamaması, Doğulu kalmasıdır. Ama şu anda aklımda bunlar değil Cemal Paşa’nın ayaklarına çiçek atan çocuk var. O da babasının asılmış cesedini gördü mü? Ondan sonra hayatı nasıl oldu?

www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi

2020 - 2023


ZAMANSIZ YAZILAR