Hasta oluyorum galiba, diye düşündüm.
Biraz ateşim vardı ve kendimi bitkin hissediyordum.
Saat yediyi biraz geçiyordu. Yeni karanlık olmuştu.
Dokuza kadar
televizyonda bir şeyler izlerim sonra kalkıp yatarım, diye içimden
geçirdim, şimdi yatarsam saat üçte uyanırım ve horozların kalkmasını
beklerim.
Hasta oluyorum galiba diye düşünmem saçma, çünkü galibasız hastaydım. İki eski hastalığım, vertigo ve gut, bir gün ara ile ziyaretime
gelmişlerdi.
Bu iki esen olmama durumu, aldığım ilaç, keyifsizlik aklımı bulandırmış;
beni dibelik mannos etmişti. Yani iyice aptallaştırmıştı.
Tarkovsky
izleyecek durumda değildim. Mümkün olduğu kadar beyin enerjisi sarfiyatı
gerektirmeyecek bir film aradım ve Harry Potter’dan önceki sihirbazları
hikâye eden bir film buldum. Ama o kadar kötü, o kadar aptalca idi ki
beş on dakika izledikten sonra ateşim tırmandı ve bitkinliğim arttı gibi
geldi bana.
Sabahleyin uyanmalarını bekleyeceğimden korktuğum horozlar uykuya
çekilmeden (ve acı çekerek) yukarı çıktım ve yatağa devrildim.
Böyle ateşli hâllerde uykumda veya uyku aralarında saçma sapan
düşünceler gelir aklıma veya acayip rüyalar görürüm.
Bu defa konu su idi.
Su kokusuz ve tatsız bir sıvı olarak tarif edilir ya. Buna itirazım
vardı.
Siz ne diyorsunuz yahu, dedim toplanan kalabalığa.
Kürsü olsaydı yumruklayabilirdim.
Ne demek tatsız ve renksiz? Bin kişi çağırın. En küçük yaştan moruğuna.
Gözlerini bağlayın. Her birinin ağzına birer kaşık su verin. Bu nedir
diye sorun. Bakın bakalım hepsi “su” demeyecek mi? Hepsi su demezse
gelin şu sol ayağımın gutlu başparmağına basın.
Tadı olmasa su olduğunu nereden anlayacaklardı?
Deniz suyu tuzlu sudur. Tatlı su ise... Sudur işte. Su tadındaki su!
Rengine gelince... (Buraya gelince sustum ve etrafı alaycı ve küçümseyen
bir gülümseyişle süzdüm.) Su su rengindedir, arkadaşlar!
İtirazlar geldi ve onlara cevap vermek oldukça vaktimi aldı ve galiba
beni epeyce yordu. Bir ara uyandığımda tişörtüm subbasucuk olmuştu ...
Sırılsıklam yani. Çıkarıp attım ve yenisini giydim. Sabahleyin elime
aldığımda hâlâ ıslaktı.
Yatağa aklımda bir soru ile döndüm. Rüya ne kadar devam eder? Real time
mıdır? Yoksa pszzt diye geçer de biz onun gerçek hayattaki olayların
sürdüğü kadar sürdüğünü mü sanırız?
Uyuyunca su tartışmasındaki kalabalığı bulamadım ve rüya hakkındaki
sorumu unuttum.
Uyandığımda güneşi yatağın yattığım tarafına vurur buldum. Namsiyeye,
yani cibinliğe, pencerede asılı prizmadan gelen renkler vuruyordu.
Saat dokuza geliyordu. Rekor bir uyku uyumuştum. Ateşim falan kalmamıştı
ve kendimi bitkin hissetmiyordum. Ama ne de dişlerimi fırçalar
fırçalamaz bir yarı maraton koşacak kadar dinç.
Her zamanki gibi işte: İçgüveyisinden hâllice. Artı gut. Artı vertigo.
Ve artı suya tadını ve rengini teslim etmiş olmanın gönül rahatlığı…
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi
www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi