27 Ekim 2020 Salı

Sulu bir yazı

Hasta oluyorum galiba, diye düşündüm.
 
Biraz ateşim vardı ve kendimi bitkin hissediyordum. Saat yediyi biraz geçiyordu. Yeni karanlık olmuştu. 
 
Dokuza kadar televizyonda bir şeyler izlerim sonra kalkıp yatarım, diye içimden geçirdim, şimdi yatarsam saat üçte uyanırım ve horozların kalkmasını beklerim. 
 
Hasta oluyorum galiba diye düşünmem saçma, çünkü galibasız hastaydım. İki eski hastalığım, vertigo ve gut, bir gün ara ile ziyaretime gelmişlerdi. Bu iki esen olmama durumu, aldığım ilaç, keyifsizlik aklımı bulandırmış; beni dibelik mannos etmişti. Yani iyice aptallaştırmıştı. 
 
Tarkovsky izleyecek durumda değildim. Mümkün olduğu kadar beyin enerjisi sarfiyatı gerektirmeyecek bir film aradım ve Harry Potter’dan önceki sihirbazları hikâye eden bir film buldum. Ama o kadar kötü, o kadar aptalca idi ki beş on dakika izledikten sonra ateşim tırmandı ve bitkinliğim arttı gibi geldi bana. 
 
Sabahleyin uyanmalarını bekleyeceğimden korktuğum horozlar uykuya çekilmeden (ve acı çekerek) yukarı çıktım ve yatağa devrildim. 
 
Böyle ateşli hâllerde uykumda veya uyku aralarında saçma sapan düşünceler gelir aklıma veya acayip rüyalar görürüm. Bu defa konu su idi. Su kokusuz ve tatsız bir sıvı olarak tarif edilir ya. Buna itirazım vardı. Siz ne diyorsunuz yahu, dedim toplanan kalabalığa. Kürsü olsaydı yumruklayabilirdim. Ne demek tatsız ve renksiz? Bin kişi çağırın. En küçük yaştan moruğuna. Gözlerini bağlayın. Her birinin ağzına birer kaşık su verin. Bu nedir diye sorun. Bakın bakalım hepsi “su” demeyecek mi? Hepsi su demezse gelin şu sol ayağımın gutlu başparmağına basın. Tadı olmasa su olduğunu nereden anlayacaklardı? 
 
Deniz suyu tuzlu sudur. Tatlı su ise... Sudur işte. Su tadındaki su! Rengine gelince... (Buraya gelince sustum ve etrafı alaycı ve küçümseyen bir gülümseyişle süzdüm.) Su su rengindedir, arkadaşlar! 
 
İtirazlar geldi ve onlara cevap vermek oldukça vaktimi aldı ve galiba beni epeyce yordu. Bir ara uyandığımda tişörtüm subbasucuk olmuştu ... Sırılsıklam yani. Çıkarıp attım ve yenisini giydim. Sabahleyin elime aldığımda hâlâ ıslaktı. 
 
Yatağa aklımda bir soru ile döndüm. Rüya ne kadar devam eder? Real time mıdır? Yoksa pszzt diye geçer de biz onun gerçek hayattaki olayların sürdüğü kadar sürdüğünü mü sanırız? 
 
Uyuyunca su tartışmasındaki kalabalığı bulamadım ve rüya hakkındaki sorumu unuttum. 
 
Uyandığımda güneşi yatağın yattığım tarafına vurur buldum. Namsiyeye, yani cibinliğe, pencerede asılı prizmadan gelen renkler vuruyordu. Saat dokuza geliyordu. Rekor bir uyku uyumuştum. Ateşim falan kalmamıştı ve kendimi bitkin hissetmiyordum. Ama ne de dişlerimi fırçalar fırçalamaz bir yarı maraton koşacak kadar dinç. Her zamanki gibi işte: İçgüveyisinden hâllice. Artı gut. Artı vertigo. Ve artı suya tadını ve rengini teslim etmiş olmanın gönül rahatlığı…

www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ
Diyalog Gazetesi

2020 - 2023


ZAMANSIZ YAZILAR

  • Hey! Ben döndüm!

    Ozanköy Tatil sona erdi. Aslında tatil sona ermedi. İzin sona erdi. Çünkü tatil yapmadım. Burada kaldım. Her zaman ne yapıyorsam onu yaptım: Yazdım. Ama bu defa gazete değil, kendim için. Sıcak ve nem, insafsız bir ordu gibi, beni kuşattı ve “Teslim ol canını bağışlayayım,” dedi. Teslim oldum. Sıcak... DEVAMI>>

  • Deniz yatak, su yorgan

    KarakumElli kadar kulaç atıp yüzümü karaya çevirince kumsalda, ayakta sohbet eden Rus kadınları ve çevrelerinde oynayan çocukların yanına, biri erkek diğeri kadın, iki kişinin geldiğini gördüm.Yüz yüze, yakın duruyorlardı. Adam tişörtünü sonra cinini çıkardı ve mayosuyla... Hayır, donuyla kaldı. Kad... DEVAMI>>

  • YERE DÜŞEN KADIN

    VİYANA Çaycıdan, Mozart Cafe’de kahve içip Sacher Torte yedikten, kitap okuduktan ve garsonla muhabbet ettikten sonra hesabı ödedim ve kalabalık caddeden St Stevens Katedrali’ne doğru yürümeye başladım. Sıcakta cadde, dünyanın herhangi başka bir şehrinde satın alınabilecek markaları satan dükkanlarl... DEVAMI>>

  • Gülnar’ın bahçe rehberi

    Kendi bahçesinde çiçek veya sebze yetiştirmek kadar insana zevk veren az şey var. Birçok insan, toprağa basamadığı, bu zevkten mahrum olduğu için mutsuzdur ama nedenin bu olduğunun farkında bile değildir.Toplayarak ve avlanarak yaşayan atalarımızdan uzaklaştıkça mutsuzluğa ve yıkıma yaklaşıyoruz. ... DEVAMI>>

  • İrem Barutçu’nun Nail’i

    Türkiye’de iktidar adamı yakar. Onu yakalamak isteyenler, yakalayanlar, onu kullanarak zengin olanlar, onu kullananlara hizmet ederek yaşayanların geleceği belirsizdir. Bu gerçek Ertuğrul Gazi Söğüt’e yerleştiğinden beri değişmedi ve değişmeyecek.Nedeni de hiç değişmedi. Türkiye hiçbir zaman bir hu... DEVAMI>>

  • Başım dağ saçlarım kardır

    Erken bir saatte, gecenin artık serinletmediği bir Akdeniz kentinin havuzunun başında duruyorum. Suda küçük bir böcek debeleniyor. Ayağımı suya sokup parmaklarımın üzerine alıyorum onu ve karaya bırakıyorum. Benden başka kimse yok. Neden olduğum yerlerin çoğunda benden başka kimse yok?  Başım d... DEVAMI>>

  • Ondan vatanını almışlardı

    OzanköyÖğleden sonra sıcağında bahçedeki nar ağacının üstünde ağustos böcekleri ötüyordu. Haziran sonu. Demek haziran sonunda çıkıyorlar.Nar, selvi, badem ve zeytin ağaçlarının arkasında köyden davul-zurna sesleri geliyordu. Sünnet mevsimi başlamıştı. Birkaç gün önce bahçe kapısının altından atılan ... DEVAMI>>

.