6 Temmuz 2017 Perşembe

Tatların mihenk taşı

Ozanköy


Güneş, akasyanın yapraklarına vuruyor, esinti akasyanın yapraklarını sallıyor.

Gittikçe daha erken uyanıyorum. Öğleye kadar uyuduğum günler gitti ve bir daha geri dönmeyecek.

Bu sabah, ağustos böceklerinden bile önce uyandım. Güneş daha doğmamış ama dünyayı aydınlatmıştı ve sadece o saatlere ait bir dinginlik ve sessizlik vardı.

Kısa bir an, benim gibi uykusunu almamışa benzeyen bir karganın isteksiz ötüşünü duydum, sonra sessizlik geri döndü.

Dünya, olacağı değil olması gerektiği gibi.

Birkaç saat içinde insanlar uyanacak ve dünyayı yaşanılmaz yapma işine devam edecekler.

İyi ki artık o mesainin bir parçası değilim.

Takvimlerle, saatlerle, bir yere yetişme zorunluğuyla, bir şeylere sahip olma, bir şey olma ihtirasıyla işim yok.

Hepsi ve her şey sizin olsun.

Bana vermediğiniz şeyleri – özgürlüğümü ve onun gibi şeyleri – benden almayın yeter.

Olabildiği kadar hayvanlar gibi yaşayayım. Onların dünyayı değiştirmek gibi bir dertleri yok. Ne de giderken yanlarında götüremeyecekleri şeyleri biriktiriyorlar.

“Neye sahipsen osun.”

İnsanı belirleyen bu mu?

Ellerim olacağına kanatlarım olsaydı daha mutlu bir yaratık olur muydum?

Uçmaktan güzel bir şey düşünemiyorum. En güzel rüyalarımda tüy gibi hafifler, havalanıp uçardım. Artık rüyalarımda uçmuyorum.

Kalksam.

Kalksam ve yukarı çıkıp gene uyumayı denesem.

Kalksam ve kahvaltı yapsam, sonra Rum tarafındaki posta kutumdan kitaplarımı ve DVD’lerimi alsam.

Kalkıp, kahvaltı hazırlıyorum. Bir fincan çay, bir dilim ekmek, reçel, peynir.

Ama herhangi bir çay değil, Çin’den, Paris ve İstanbul yoluyla Ozanköy’e gelen Lapsang Souchong.

Herhangi bir ekmek değil, anasonlu Litvanya ekmeği. Herhangi bir reçel değil, bahçenin kayısısından yapılmış reçel. Herhangi bir peynir değil, ücra ovalarda otlayan mutlu koyunların sütünden, onları otlatan çobanın karısı tarafından yapılmış hellim.

Ne zaman ve neden başladı bende bu her şeyin En güzeline ve En iyisine merak? Ve Gerçek Aşkı - ki güzelin ve iyinin uzantısı veya belki kendisidir.

Ama hiçbir şeyin En’i yok.

Örneğin, çobandan aldığım saf sütten, geleneksel yöntemlerle yapıldığını bildiğim hellim, adadaki En İyi hellim mi? En İyi hellim hangi ölçüyle bulunabilir? Böyle bir ölçü var mı?

Herhangi bir şeyin En’ini bulmak mümkün mü?

Tatlar, çocukluğumuzda nakşedilir beynimize ve hayat boyu bütün tatların mihenk taşı olur. Ömür boyu tatları onlara göre ölçeriz, o tatları ararız ve çoğu zaman bulamayız.

Trodos köylerinin mayhoş elması, komşunun bahçesindeki eşek eriği, annemin kayısı macunu, Arapköy’deki bostanın kavunları, Galadari’nin yoğurdu, Yağmuralan’ın köfterleri, dayımın şiş kebapları...

Onları bugün nerede bulabilirim?

Elif Batuman’ın daha sonra The Possessed (Ecinniler) kitabına naklettiği Özbekistan maceralarından öğrendiğime göre, belirli tatları aramak evrensel olabilir.

Özbekistan’da lepyoshka denilen yassı bir ekmek yeniyormuş. Her önüne gelen Semerkantlı, Batuman’a Özbekistan’daki en saf hava ve suyun kendi şehirlerinde bulunduğu için en iyi lepyoshkanın Semerkant’ta piştiğini iddia ediyormuş.

Bu övünme eskilere dayanıyor olmalı ki, eski çağlarda Buhara Emiri Semerkant’ın en iyi ekmekçisini çağırıp onalepyoshka yapmasını emretmiş. Ekmekçi işe koyulmuş, tandırda pişen ve pideye benzeyen lepyoshkasını Emir’e sunmuş.

I-ıh. Olmadı. Lepyohska, Semerkant lepyoshkasına benzemedi.

Emir ekmeği beğenmemiş. Ekmekçinin kellesinin vurulmasını buyurmuş ve son bir sözü varsa söylemesini dilemiş.

Ekmekçi “Burada hamuru mayalayacak Semerkant havası yok,” demiş.

Emir, bu mazereti kabul etmiş ve ekmekçiyi bağışlamış.

Batuman, Semerkantlı ekmekçinin ekmeğinin gerçek Semerkant ekmeğine benzemediğini, ekmekçiler arası bir kurulun karar verdiğini yazıyor, ama bence bu doğru değil. Bence Emir çocukluğunda yediği lepyoshkaların tadını aradı ve bulamadı.

Emir’in, Semerkantlı ekmekçinin kellesini vurdurmaya kalkmasını, her ne kadar o günlerde bu rutin bir uygulama idi ise de, biraz aşırı buldum doğrusu. Aslından şaşan her tadın sorumlusunu öldürmeye kalkışsak dünyanın nüfus sorunu kalmazdı.

*
Kahvaltı bitti. Uykum açıldı.

Postaneye gitmek için yola koyuldum. Ondan sonra organikçiye uğrayıp o küçük karpuzlardan alacağım.

Kasadaki kadının söylediğine göre Vietnam’dan ithal edilen tohumlardan ekilmişler. İkinci yıl o karpuzlardan alınan tohumları ekmişler.

“Üç senede karpuzun rengi ve tadı değişti,” dedi kadın. “Artık Kıbrıslı oldular.”

Size tohumların akıllı olduğunu söylemiştim. Pıt diye adaya uyum sağladılar. Ben ise 73 senede hayata uyum sağladım mı, emin değilim.

*
Hayatımız, önemli bir boyutunda, çocukluğumuzda deneyimlediklerimizi arama veya onlardan kaçma sürecidir.

2020 - 2023


ZAMANSIZ YAZILAR

  • Tureng! Seni seviyorum!

    Türkçe benim için yabancı bir dildir. Canlı ve coşkulu, fakat klasik Türkçe gramerden oldukça sapkın bir dil olan Kıbrıs lehçesiyle büyüdüm. Kırk yıldır aksanımı düzeltmeye çalışıyorum, ama biraz dikkat edenler "Kıprıslı" olduğumu hemen anlıyorlar. Okuduğum lisede Türkçe "yabancı dil" olarak öğretil... DEVAMI>>

  • Hey çocuklar! Ben de bir aşk yazısı yazdım!

    Geçenlerde genç ve güzel bir kadınla konuşurken "Belki de kalıcı olan tek aşk insanın çocuklarına duyduğu sevgidir" dediğimde bana çok kızdı."İnsan bal gibi bir erkeği de ebediyen sevebilir" dedi.Artık susmasını öğrendiğim için sustum.Otuz iki yaşındaydı. Hiç evlenmemişti. Başından uzun sürmeyen bir... DEVAMI>>

  • Kâşif

    Geçen gün koruda yürürken önemli bir keşifte bulundum. Benim için önemli. Bana dair önemli bir keşif de diyebilirim. Yoksa buluşum insanlığın kaderini değiştirecek falan değil.Saat on civarıydı. Ağaçların arasındaki yürüyüş ve koşu yolu, çoğu kadın yürüyen ve koşanlarla kalabalıktı.Aniden, çoktan be... DEVAMI>>

  • Yağmur yağıyor

    OZANKÖY İki gündür yağmur yağıyor. Yavaş, yumuşak, gök gürültüsüz, neredeyse sessiz bir yağmur. Bahçemdeki bitkilerin susuzluğunu alıyor, benim de su hasretimi. Yabani siklamenlerin, frezyaların, Kıbrıs lalelerinin, turuncu krokozmiyaların, tomurcuklu portakal ve limon ağaçlarının, yeni yaprak açmı... DEVAMI>>

  • Cinliğin batsın Metin Münir!

    Bir zamanlar kendimi çok cin sanıyordum. Geçenlerde arabayla giderken, aklıma nereden geldiyse, o zamanlar yaptığım olağanüstü bir salaklık geldi ve gülmeye başladım. Bu yazıyı yazarken hâlâ sırıtıyorum.Yirmi yıl kadar önce olmalıydı. Bir gün tanıdığım küçük bir mafya babası telefon edip beni içkiye... DEVAMI>>

  • Kurabiye hırsızı

    Bir kadın, bir gece havaalanında bekliyormuş. Uçağının kalkmasına çok saat varmış. Kitapçı dükkânına girip bir kitap seçmiş. Bir paket de kurabiye almış. Oturacak bir yer bulmuş. Kitaba dalmış. Ama yanına bir adamın oturduğu ve hiç sıkılmadan aralarındaki masanın üzerinde bulunan kurabiye torbasında... DEVAMI>>

  • Çay ve empati

    Empati kelimesinin Türkçe karşılığı yoktur. Microsoft'un Encarta sözlüğüne göre empati, "Bir başkasının duyguları veya sorunlarını anlama ve onunla özdeşleşme yeteneği"dir.Kendinizi başkasının yerine koyabilme alışkanlığına sahipseniz empatiye de sahipsiniz demektir.Kökü, muhabbet anlamına gelen emp... DEVAMI>>

.