20 Haziran 2017 Salı

Tanrı’ya inananların kaçına Tanrı inanıyor?

Haftada bir defa temizliğe gelen kadın, mutfak lavabosunda börek tepsisini ovarken başını çevirdi ve beklemediğim bir soru sordu.

“Cennet ve cehenneme inanıyor musun?”

Birkaç aydır gelip gidiyordu. Konuşkan bir kadındı. Ama din konusunu daha önce hiç açmamıştı.

İhtimal, Ramazan ayında olduğumuz için öbür dünya aklına gelmişti. Ama o da ben de oruç tutmuyorduk. İkimizin de bu yüzden cehenneme gidebileceği aklından geçmiş olabilirdi. Cehennem yoksa ceza beklemeden rahat rahat oruç tutmayabilirdik. Benden bir teyit bekliyordu, belki, her ne işe yarayacaksa.

Bunları düşünürken çay hazırlıyordum. Bu bir rutin haline gelmişti. Sabahleyin erkenden, ben kahvaltımı yapmadan geliyordu. İlk gün çay istiyor musun diye sorduğumda evet, demişti. Ondan sonra geldiği sabahlarda sormadan ikimiz için çay yapmaya başladım.

İlk başlarda sallama çay istedi. Ona sallama çayı, çaydan saymadığımı, ama isterse onun için bulundurabileceğimi, söyledim. Sonra benim Mariage Frères gibi dükkânlardan getirttiğim Çin ve Hint çaylarıma alıştı.

Bir süre ne yanıt vereceğimi düşündükten sonra:

“Bismillahirrahmanirrahim ne anlama geliyor, biliyor musun?” diye sordum.

Tepsiyi ovmaya devam etti. İçinde acemice börek yapmıştım. Hamur kabın dibine yapıştığı için kolay temizlenmiyordu.

“Bilmiyorum.”

“Esirgeyen, bağışlayan Allah’ın adıyla demektir,” dedim. “Çok merhametli, rahmeti bol. Böyle bir Allah’ın birçok insanı affedeceğini düşünüyorum. Belki sadece Hitler gibilerini cehenneme yollar.”

Tek tanrılı dinler her zaman, hem din hem de dinden başka bir şey oldu. Demirin bıçak olması gibi.

Din, huzurdan çok şiddet verdi insanlara ve vermeye devam ediyor.

Batı’da Hristiyanların kiliseleri boş bırakmasının en büyük nedeni budur.

Saygıya layık olan çok az din adamı oldu, peygamberlerin ölümünden sonra.

İpekliler ve yakutlar içindeki şişman kardinaller, oğlan çocuklarına tasallut eden papazlar, çalınmış para ile hacca gitmenin sevap olduğunu söyleyen imamlar, saygıya layık değildir.

Din kurumsallaşınca yozlaşır. Siyasi bir ideoloji haline gelir, devletlerin veya devlet adamlarının silahı ve zırhı olur. Sayısız melanete yol açar.

Dinin yeri, tanrı ile kul arasındadır.

O çerçeveden çıkan, dinden başka bir şey olur.

*
Kadınla din sohbetimiz orada sona erdi.

Anlamını bilmeden “Bismillahirrahmanirrahim” diyen, namaz surelerini okuyan sayısız Müslüman olmalı Türkiye’de.

Nasıl bilsinler?

Arap değiller. Arapça bilmiyorlar.

Ezanın onları hangi kelimelerle namaza çağırdığını da bilmiyorlar, namazda fısıldadıkları duaların anlamını da.

Atatürk ve arkadaşlarının değiştirmeye çalıştığı buydu. Bunun için 1932’de Türkiye’de ezan Türkçe okunmaya başlandı. 1941 yılında ise Arapça ezan yasaklandı. 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince Arapçaya geri dönüldü.

Türkiye’de sağcılık, milliyetçilik ve hatta gericilikle aynı yolda yürüyen dinî akımlar Türkçe duaya hep karşı çıktı.

Bugün; dinî arenada Diyanet ve hacı hocalar, siyasi arenada AKP, bunun en sıkı savunucusudur. Dinî bir nedenle değil: Müslümanlığı ve nasıl uygulanacağını tekellerinde tutmak, dini bir kontrol aracı olarak kullanmak istedikleri için.

Kuran herhangi bir dilde Kuran’dır.

Daha önce de söylemiştim: Kuran, Araplar Arapçadan başka dil bilmiyor diye Arapça indirildi. Allah Arapçadan başka dil bilmiyor diye değil.

Bütün diller Allah’ın dilidir.

Orijinalinde İbranice, Aramice ve Yunanca olan Hristiyanların Kutsal Kitap’ı ise her millet kendi dilinde dua edebilsin diye 636 dile çevrildi.

Yanlış telaffuz edilen, anlamı bilinmeyen kelimelerle dua etmek, bunda yüzyıllardır ısrarcı olmak, ne kadar garip.

Bu da, belki, bu dünyada değil ahirette bazılarının hesabını vereceği şeylerden biridir.


2020 - 2023


ZAMANSIZ YAZILAR

  • Bir erkek, bir kadınla neden yatar - veya tersi

    J. M. Coetzee ile Amerikalı romancı Paul Auster’in 2008-2011’de birbirlerine yazdıkları mektuplar iki yıl önce Here and Now* adlı bir kitapta yayınlandı. Kitap 2003’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Coetzee’nin mektubu ile açılıyor. Konusu arkadaşlık. Güney Afrika doğumlu yazar, taradığı kitaplar... DEVAMI>>

  • Son Ağustos

    Ozanköy Sabah bahçeyi sularken duvarın köşesindeki siyah incirde kuşların gözünden kaçan küçük bir incir gördüm. Dalı, bu işler için mermer masanın üstüne koyduğum bastonla çekip alçalttım, inciri kestim. Mutfaktaydın. C. diye bağırarak seni çağırdım. Geldin. İncir... DEVAMI>>

  • Faroe Adaları

    Onu çoktandır görmemiştim. Tıraşsızdı. Biraz kilo vermişti. Yüzü sanki ufalmıştı. İyi görünüyordu. “İyi görünüyorsun,” dedim. “Daha spontane olmaya karar verdim,” dedi. Son hastasını beklerken ofisinde konuşuyorduk. “Spontane olduğunda içindeki çocuk uyanır. İçindeki çocuk uya... DEVAMI>>

  • Kanser bile ona 'gizli bir haz' veriyor

    İrfan’dan mektup  Seninle konuştuktan birkaç gün sonra yüksek ateşle (40,5) hastaneye gittim. Zatürre teşhisi ile 15 gün hastanede yattım. İki gün evvel taburcu oldum. Antibiyotiklere devam ediyor, evde dinleniyorum. Bağışıklık sistemi bozulunca böyle olurmuş. Neyse gene y... DEVAMI>>

  • Şimdi neredeyim sanıyorsunuz?

    Ozanköy Dün, yabancı bir gazetede, Danimarkalı romancı Dorthe Nors ile yapılan bir söyleşiyi okudum. Ona sorulan sorulardan biri şuydu: “En çok ne zaman mutlusunuz?” Nors’un cevabı şu oldu: “Dünyada, insanların en çok mutlu olduğu bir ülkede yaşadığım için her zaman mutluyum demem gerek... DEVAMI>>

  • EBEDİ ÖĞRENCİ

    İstediğim her kitabı alabilecek kadar para kazanmaya başladığım günden itibaren, daima, okuyabileceğimden çok kitap satın aldım. Neden? Hepsini okuyamayacağımı bildiğim halde, neden yıllarca kitap alıp durdum? Dün Amazon’dan gelen son paketi açarken yine bunu düşündüm. Kutudan, büyük bir istekle... DEVAMI>>

  • ÇAM AĞACI BANA SESLENDİ

    Çam ağacı bana seslendi ve “Beni, olduğum yerden üç metre kuzeye dikmeliydin” dedi. Eve gidip metreyi aldım, ölçtüm. Ve ona, “Üç metre ve on beş santimetre deseydin daha doğru olacaktı,” diye cevap verdim. "Ukala! Ben yuvarlak konuştum.” “Haklısın. Acemiydim. Seni yanlış yere, diğer ağaçların çok... DEVAMI>>

.