30 Mart 2008 Pazar

Beyaz Adam Uyuyor

OZANKÖY

Güneşli bir öğleden sonra. Düz ve tenha bir yol. Sağımda, adanın kuzeyindeki sahil şeridini Mesarya Ovası’ndan ayıran Beşparmak Dağı arabam batıya mesafe kat ettikçe yüksekleşiyor, yaklaşıyor.
Üzerinde kuş uçmayan, kuru bir ova Mesarya, bu ilkbahar. Bütün kış dört defa yağmur ya yağdı ya yağmadı. Zaman zaman yaprakları solgun, yorgun okaliptüs ağaçlarının yanından geçiyorum. Bunları, sivrisinekli sulak alanları kurutmak için İngilizler Avustralya’dan getirip diktiler. Sulak alanlar kurudu. Sivrisinekler sıtmayı da yanlarına alıp gittiler. Zamanla yağmurlar da onları izledi. Bulutlar adaya küstü. Kanlı Dere yıllardır akmıyor. Şimdi su oburu bu güzel kokulu ağaçlar da suya aç. Bu yaz susuzluktan kırılacağız diyor herkes.
Bugün bunları düşünmek istemiyorum, ama. Müzik çalarda tekrar tekrar Kronos Quartet’in seslendirdiği, Güney Afrikalı besteci Kevin Volans’ın Beyaz Adam Uyuyor’u dönüyor. Günlerdir otistik saplantıyla bu müziği dinliyorum.
Yavaş yavaş gidiyorum. Evde beni kimse beklemiyor. Ne birisiyle buluşmam var ne yapacak bir işim. Zaman zaman rüzgârın tenha tarlalardan getirdiği o bildik kokuyu teneffüs etmek için durup arabadan iniyorum. Dünyanın sonunun kokusu. Aşkların başında iki mıknatıs gibi birbirini çeken sevgililer gibi müzik de benimle beraber araçtan iniyor.
Ufuk çizgisine inmeye başlayan ve araba kullanırken gözüme giren güneş, bilmediğim bir kıtanın hüznünü dillendiren müzik ve az önce aralarından ayrıldığım Doğu Akdeniz Koleji çocuklarının içimde bıraktığı kıvancı mümkün olduğu kadar muhafaza etmek istiyordum.
Mağusa’daki koleje Türkçe öğretmeni Serpil Sarı’nın çağrısı üzerine gittim. Kitaplıkta pürüzsüz yüzleri bana dönük, 12-13 yaşlarındaki 40 küsur kızlı erkekli öğrenci vardı. Biraz tedirgindim. Eğer soru sormazlarsa iki saati nasıl dolduracaktım? Sonradan Serpil Hanım’dan onların da “sıkıcı geçecek” endişesi içinde olduklarını öğrendim.
“Buradaki çocuklar daha rahat” demişti Serpil Hanım. Adaya gelmeden Türkiye’de birkaç ilde okul deneyimi olmuştu. “Gelecek kaygıları yok. Hoşgörü var. Türkiye’deki gibi değil.” Sonunda hem onlar hem de ben eğlendik. Çocuklar beni soru yağmuruna tuttular. Otobüsleri gelince gitmek istemediler, ben de onlardan ayrılmak istemedim.
Çocukları seviyorum.
Selim (15) ve Sara (13) doğarlarken annelerinin yanındaydım. Dünyaya geldikleri zaman, göbek bağları kesilmeden, onları tuttum. Orada olduğumu bilmelerini istiyordum. Annelerinin karnından tanıdıkları sesimi duymaları, içine geldikleri bu yabancı mekânda yanlarında bildik biri olduğunu anlayarak kendilerini güvende hissetmeleri için, onlara konuştum.
Yabancı bir gezegenden gelmiş gibiydiler. Gözleri kapalıydı. Kulaklarına o dünyadan fısıldanan, benim duymam mümkün olmayan, şeyleri dinliyor gibiydiler. Küçük ama tamdılar. Yanlarında sırlar, özellikler ve güçler getirmişlerdi. Tanrı her insana mucize görme fırsatı verir. Bu mucize çocuktur. Ama görmek için bakmasını bilmek lazım.
* * *
Bu yazıyı Doğu Akdeniz Koleji’nin kitaplığında karşılıklı oturduğumuz çocuklar için yazdım. Hâlâ birlikte olsaydık, belki, biri “Çocuklar mucize ise büyükler neden mucize değil?” diye soracaktı.
Ben de şöyle cevap verecektim. “Çünkü çocukluk kaybediliyor veya kaybettiriliyor. Ama böyle olması şart değil. İçinizdeki çocuğu yaşatabilirsiniz. O zaman, çok yaşlansanız bile bir yandan hep çocuk kalırsınız. Hiçbir zaman gözleri kör, kulakları sağır, yüreği mühürlü olanlardan olmazsınız, ki dünyaya en büyük kötülüğü yapanlar onlardır.
Ve mucizeler görürsünüz.


2020 - 2023


ZAMANSIZ YAZILAR

  • Duvar

    KARLOFÇA Yaz sıcağında ustalar Karlofça’nın Barış Kilisesi’ni restore ediyorlar. Kapıları ve pencereleri söktüler, sıvayı döküp ağarmış kiremitleri ortaya çıkardılar. Kaldırılan yuvarlak, ahşap damın yerine yenisi inşa ediliyor.Ocak 1699’da, şimdi üzerinde Barış Kilisesi’nin bulunduğu bu tepede Os... DEVAMI>>

  • Satılık: Bebek ayakkabısı, hiç kullanılmamış

    En iyi yasemin çayı, içinde yasemin bulunmayan yasemin çayıdır. Yasemin demlenince çaya acı bir tat verir. Bu nedenle, kuruyup rayihasını çaya geçirdikten sonra ayıklanıp atılmalıdır. Ama bu süreç çoğunlukla es geçilir, çünkü elle yapılan, pahalı ve zahmetli bir iştir.Yaseminsiz yasemin çayını sadec... DEVAMI>>

  • Doğu’ya dönüş

    1970'lerde bir ara her yaz Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gittim.Plansız, amaçsız gezilerdi bunlar. O zamanlar Ankara’da oturuyordum ve bir sürü İngiliz ve Amerikan yayın kuruluşunun Türkiye muhabirliğini yapıyordum. Ama belirli herhangi bir konuyu incelemek veya yazı yazmak yoktu aklımda. Not bile tu... DEVAMI>>

  • Zincir

    OZANKÖYYerden üç metre yükseklikteki yukanın iğne uçlu yapraklarının arasında yaşayan bir fare var. Alacakaranlıkta yuvasından çıkıyor. Oturduğum yerden onu görüyorum.Herhalde kendini en çok karanlıkta güvende hissettiği için bu saatte ortaya çıkıyor. Ama baykuş bunu biliyor. Bir tanesi birkaç dakik... DEVAMI>>

  • Lao Tzu’nun öğüdü

    Akıl, bilgelik, eğitim, birikim, deneyim ve hatta ahlak sahibi olmadan tutulabilecek bir tek iş var Türkiye’de.Politika.Türkiye, özel sektöründe en alttan en üst düzeye en kalifiye eleman arar. Büyük şirketler üst düzey yönetici bulmak için beyin avcılarına on binlerce dolar öderler.Aynı Türkiye üçü... DEVAMI>>

  • Gelen yolcu -üç gün önce

    OZANKÖYTatil bitiminden birkaç gün önce bir internet ahbabımdan uyarı mektubu aldım. “Bıraktığınızdan çok daha çılgın bir yere döneceksiniz” diyordu.Televizyonu açmamayı becerdim. Ama arada bir gazeteleri aldım. Çook arada bir... Anayasa Mahkemesi’nin kararından, yarattığı hiddetten, petrolün varili... DEVAMI>>

  • Gelen yolcu - iki gün önce

    OZANKÖYBahçedeki en uzun servinin tepesinde bir saksağan oturuyor, yüzü birkaç saat önce kalkmış güneşe doğru.Bu servinin tepesi bahçede kuşların en çok sevdiği yer. Saksağan yoksa karga, karga yoksa güvercin var... İzlediğim kadarıyla, bu mevki iriliğin belirlediği bir protokol sırasına göre kullan... DEVAMI>>

.