Ozanköy
Hafta sonlarının sessizliğini seviyorum, ruhuma kızarmış ekmeğe sürülen tereyağı gibi iyi geliyor.
Sessizlik
insanlardan geliyor. Yataktan daha kalkmamış olmalarından, park
hâlindeki arabalarından, açılmamış dükkânlarından, uyuyan
cüzdanlarından, kapalı bankalarından, boş parklarından, ara verilen
inşaatlarından, ezan saatini bekleyen minarelerinden...
Diğer
yaratıklar günleri saymaz, mesai yapmaz, tatil istemez; onlar her gün ne
yapıyorlarsa onu yapmaya devam eder, aynı sesleri çıkararak.
Tarihleri yok, geçmişleri yok, gelecekleri yok. Sadece anları var.
Mitosları ve dinleri de yok, milletleri ve devletleri de.
Belki
bütün bunların hiç olmazsa bazılarına sahiptirler de - hayatlarını
uzaktan izleyen ama onlarla konuşması mümkün olmayan - bana yokmuş gibi
geliyor.
“Aslan konuşsaydı ne dediğini anlamazdık,” demişti Avusturyalı feylesof Ludwig Wittgenstein (1889-1951).
Düşünce dünyamızı diller meydana getirir.
Aslanın ne dediğini anlayamayacağımız gibi uzaydan zeki canlılar gelse onların da ne dediğini anlamazdık.
Bir karganın gaklayışı girdi aralarına.
Uzaklarda bir köpek havlamaya başladı.
Sessizlik diye bir şey dünyada yoktur.
Çevre tamamen sessiz olsa bile – ki olması neredeyse imkânsızdır – kalbimizin çarpışını, nefesimizi, kulaklarımızın çınlamasını duyarız.
Saat yedi falan olmalı.
Güneş, perdenin aralığından içeri girip halının üstüne yattıktan sonra uzanıp baston gibi dolaba dayandı.
Yattığım yerden görüyorum.
Kalkıp
pencereden dışarı bakınca incirdeki serçeler ötüşerek yaprakların
arasından fırlıyorlar, mermerin üzerine atılmış bir avuç bilye gibi
saçılıyorlar.
Bana alışamadılar, varlığımı tehlike olarak görmekten hiç vazgeçmeyecekler.
Dallarda çok incir var ama şimdiye kadar sadece bir tane olmuş buldum. Ay sonuna doğru belki.
Ağaçtan
kesif bir incir yaprağı kokusu alıyorum. Bir tek incirde var bu koku.
Ve bu incir ağacı kokusu sadece bu incirde var ve belki de günün bu
saatine ait.
Her ağacın kokusu farklıdır.
Sonbaharın gelişini kışa hazırlanan bitkilerin döktüğü yaprakların çıkardığı kokudan anlarız.
Aynı cinse mensup şeyler birbirine benziyor gibi görünse de dünyada her şeyden sadece bir tane var. Belki kozmosta da.
Bunun
anlamını bir düşünün: Ucu bucağı olmayan kâinatta sizden sadece bir
tane var. Üzerinde yaşadığınız, hayat ve zekâ barındıran gezegenden de
bir tane.
İncir yaprakları birbirinin kopyası imiş gibi görünüyor
ama her biri diğerinden değişik. Doğa çoğalmayı seviyor ama fotokopi
makinesi gibi kopyalayarak değil.
Her şeyden sadece bir tane olmasının bir anlamı olmalı ama kim bilir ne.
Doğada her şeyin güzel olması, başka bir şey olmak yanında ille güzel de olmasının da bir anlamı olmalı ancak benim için meçhul.
Aslan
konuşsaydı “Çok geçmiş olmayan zamanlarda Afrika’nın neredeyse her
yerinde vardık. Yaşam alanlarımızın yüzde 94’ünü kaybettik. Sadece
25,000 aslan kaldık. Sonumuz yakındır, size elveda demeye geldim,” mi
derdi?