tag:blogger.com,1999:blog-13142316493542317532024-03-19T11:53:02.193+03:00PAZAR YAZILARI pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comBlogger691125tag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-90771297437282439792023-09-27T08:45:00.002+03:002023-10-11T08:59:31.351+03:00MM’nin ardından <p style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;"><i><b>Espasito</b></i></span><span style="font-family: verdana; font-size: small;"> <br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;">Sonsuza dek birlikte yaşayacaktık, emindik
ikimiz de. </span></p><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;">Ondan hep bir planımız vardı.
Mesela, bu hafta Nuri Bilge Ceylan’ın filminin İzmir’deki ilk seansına
gelecektin ve ertesi gün adaya, evimize birlikte dönecektik. Sonra,
Kasım’da, biricik oğlun Selim’i sahnede ilk defa canlı izlemek için
Berlin’e uçacak, gelecek yaza tüm çocuklarınla Karaburun’da aile
buluşması yapacaktık. </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;">Sen “biraz da biz gezelim” dedikçe ben daha iştahla doldurmuştum
takvimimizi.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;">Unutmuştum yukarıdaki melekleri güldürdüğümü.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;">Hiç bitmeyen balayı derdim hayatımıza, kocaman gülümserdin her
söylediğimde. Seninle yaşadığım sonsuz güzellikteki her bir gün için
teşekkür ederim MM.
… </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;">Bu <a href="https://www.diyaloggazetesi.com/mmnin-ardindan-makale,12342.html" target="_blank">son yazı</a>nı yazdıktan sonra “şimdilik dursun bakalım,” demiştin.
… </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;"> </span></div><div style="text-align: left;"><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;">O, ona ayrı bir pencere açan yorumlarıyla siz okurlarını hep çok sevdi.
Sanıyorum ki sizlerle paylaşmamı isterdi.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana; font-size: small;"><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/mmnin-ardindan-makale,12342.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ</a></span><br /></div><span style="font-family: verdana; font-size: small;"><br /><br /></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-52301883373359799152020-12-31T11:07:00.003+03:002021-01-17T11:13:33.666+03:00Şükür <div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Tanrı yok ve insan dünyaya bir defa gelir
diyorlar, ama benim birine şükretmem gerek. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bu ıslak taş duvarlar için. Bu servi için. Duvarlardan sokağa sarkan
sarı ve beyaz yaseminler için. Margarin tenekesinde büyüyen frezyalar
için. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dağlara yaslanan bulutlar için.Yağmur için. Denizin bittiği yerde
görünen sıradağlar için. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Cennetin yeryüzündeki temsilcisi olan bu bahçe için. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hava kararınca ışıklandırılan manastır için.
Şöminenin yanındaki bakır kazanın içindeki odunlar için. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Telaşla kaçan uzun bacaklı örümcek için.
Kedi gibi mırlayan buzdolabı için.
Yorgunluğumu geçirmek için bekleyen yatak için. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Şöminenin önündeki koltuğun üzerinde, elime alınmayı bekleyen, Paul
Dirac’ın biyografisi için, açılmayı bekleyen lâmba, yakılmayı bekleyen
mum, sürülmeyi bekleyen kolonya, adımları bekleyen halı, giyilmeyi
bekleyen kaşmir şalvar için. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yün çoraplar için. Terlikler için.
Ocaktaki mercimek yemeği için. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Benimle aynı evde oturan serçeler için.
Biber ağacına astığım yerfıstığını yiyen baştankaralar, taş yalaktan su
içen keklikler, gürültücü kargalar ve saksağanlar için.
Bahçemin gizli kovuklarında uyuyan yılanlar, kertenkeleler, kirpiler
için.
Ürkek üveyikler için. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dışarıyı içeri alan pencereler için.
Beni sevenler için. Benim sevdiklerim için.
Sessizlik için. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Sabah doğan ve odama giren güneş için. Geceleyin gelen
karanlık için.
Yorgunluk ve dinlenmek için. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bütün bunlar ve daha birçok şey için birisine şükretmem, teşekkür etmem
lazım. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Tanrı olmasa da, insan dünyaya bir defa gelse de, dünya kötülükler ve
çirkinliklerle dolu, kâinat anlamsız ve amaçsız olsa da...<br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/sukur-makale,9718.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ</a><br />Diyalog Gazetesi </span></span><br /></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-55725671993352195982020-12-27T10:59:00.002+03:002021-01-17T11:06:51.403+03:00Yetmiş yedi mi dediniz? Olamaz! <div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Geçen gün bir yerde okuduğuma göre
dinozorlar 50 yıl yaşarlarmış. </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Bu bilgi, birkaç hafta sonra 77 olacağımı aklıma getirdi.
Hayretler içindeyim. Dinozorlardan bile eskiyim! </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Bu yaşa nasıl vardım? (Neden vardım, diye de sorabilirim ama o beni
şimdi gitmek istemediğim başka bir konuya götürür.) </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Yaşla ilgili en
hayret verici şey - bunu daha önce de söylemiştim - kendimi 77
hissetmemem. Kaç hissediyorum diye soracak olursanız onun cevabı daha zor.
“Yaşsız hissediyorum” diyeyim. Büyük bir düzlükte gibiyim. </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Geçenlerde kalabalık bir havaalanı otobüsüne bindiğimde genç bir adam
kalkıp yerini bana verdi.
Şaşırdım. Allah Allah! Ben yaşlı mıydım ki yerini bana veriyordu?
Az daha “Dalga mı geçiyorsun?” diyecektim. Daha dün ben kalkıp yerimi yaşlılara vermiyor muydum yahu?
Ne oldu da birdenbire yer değiştirdik? </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Beni yanlış anlamayın. Kendimi yaşlı hissetmiyorum derken damarlarımda
delikanlılığın elektriği dolaşıyor ve bu yazıyı bitirip sahilde günlük
yarı maratonumu koşmak için sabırsızlanıyorum demek istemiyorum. </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Yaşlanmanın getirdiği tatsızlıklar bende de var.
Yaşlanmakla ilgili ağlaşmalardan, pişmanlıklardan, sızılardan, ölüm
korkusundan vesaire uzağım ve içimde hiç değişmeyen bir çekirdek var,
demek istiyorum. </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Bu yaşa kendime özen göstererek geldim diyemem. Özen göstermeyerek
geldim de diyemem.
Sağlığıma zarar verebilecek şeylerden, mesela sigara ve içkiden
vazgeçtim diyeceğim ama daha çok onlar benden vazgeçtiler. </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Bir sabah, neredeyse otuz yıl oluyor, canım sigara istemedi ve içmedim.
Ertesi gün de istemedi ve içmemeye devam ettim ve bu şekilde sigaradan
kurtuldum.
İçkiyi de artık içmek istemeyerek bıraktım. Şimdi binde bir, özel bir
durumda içiyorum, ki onlar da fazla olmuyor. </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Ama bırakmadığım başka şeyler bana iyi gelmiş olabilir. Yürümek, bahçe
ile uğraşmak, yazmaya devam etmek, bol uyku, sağlıklı beslenmek,
enerjimi idareli kullanmak, artık yapamayacağım şeyleri yapamayacağımı
kabul etmek ve kadınlarla beraber olmayı bırakmamak meselâ.
Ve önemsizleşmeyi umursamamak.
Ve meraklı olmak, öğrenmeye eskisi kadar iştahlı olmak.
Ve sahip olduklarıma şükretmek. </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Böyle diyorum ama bunlardan herhangi birinin o kadar da önemli
olduğundan pek emin değilim. Kimin ne kadar yaşayacağı ve neden o kadar
yaşadığı bir muamma.
Bugünlerde?
Zaman uçuyor ve umurumda değil.
Mevlâna gibi ham idim, piştim, yandım diyemem ama ham idim, yandım
diyebilirim. </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;"> </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: verdana;">Hayat artık taleplerini bana keyfince dikte etmiyor. Çocuklarımı
istediğim gibi büyütüp hayata attım. Meslek hayatımda yapacaklarımı
yaptım. Kanıtlayacağım bir şey kalmadı, yarışacağım kimse de…
Rahatım.<br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/yetmis-yedi-mi-dediniz-olamaz-makale,9705.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br /></a>Diyalog Gazetesi </span><br /></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-57506151650702616362020-12-24T10:48:00.002+03:002021-01-17T10:58:52.290+03:00Yirmi tür insan <div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Eğer yüz bin yıl öncesinin dünyasında
seyahate çıkabilseydik yirmiden fazla değişik insan türü veya bilimsel
adıyla hominin görecektik, aynı zamanda, yan yana yaşayan. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Bunların içinde sadece homo sapiens, yani soyundan geldiğimiz
atalarımız, genetik ve görüntü olarak bize benzeyecekti. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Diğerleri insan ağacının başka dalları olarak değişik genetik yapılara
sahip olacak, görüntü olarak açıkça insan olmakla beraber değişik fiziki
özellikler göstereceklerdi. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Eğer o günlerin dünyasında yaşasaydık diğerleri yok olurken bir tek
insanın günümüze kadar geleceğinden emin olmak mümkün olmayacaktı. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Muhtemelen ilk dik yürüyen yaratık olan homo erectus, dünyada en uzun
kalan insan türüdür.
Homo erectus 1,9 milyon yıl önce dünyaya ayak basmış ve 200,000 sene
öncesine kadar yaşamıştı.
Ama arkasında bu kadar uzun bir geçmiş olmasına rağmen onun bile nesli
tükendi. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Ne olmuştu onlara? Biz mi olmuşlar, yani homo sapiens’e mi
dönüşmüşlerdi? Bu konuda bilimin kesin bir cevabı yok: belki evet, belki
hayır. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Dünyanın 4,5 milyar yaşında olduğunu düşünecek olursak “daha neredeyse
dün” diyebileceğimiz zamanlara kadar dünya hominid kaynıyordu.
Bunların içinde zaman ve genetik olarak bize en yakın olan
neandertallerdir. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Neandertaller 350,000 yıl öncesinden 40,000 yıl öncesine kadar dünyadaki
en dominant insan türüydü.
Şimdi İspanya olarak bildiğimiz yerden Özbekistan ve Sibirya’ya kadar
uzanan uzun bir kuşak içinde avlayarak ve toplayarak hayat sürüyorlardı.
O zamanlar o kadar güçlüydüler ki hayatta kalma savaşında homo
sapiens’i arkada bırakabilecekleri düşünülebilirdi.
Ama kırk bin yıl önce şaşırtıcı bir süratle fosil sicilinden
kayboldular. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Homo sapiens, o yıllarda Afrika’nın her yerine ve Asya ve Avustralya’ya
dağılmıştı, ama Avrupa’da pek esamisi okunmuyordu. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Sonra birdenbire neandertaller kayboldu ve kıtanın her yerinde insan
varlık göstermeye başladı.
Ne olmuş olabilirdi? </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Üç olasılık akla geliyor:
Bunlardan ilki, insanlar ve Neandertaller arasında soykırımsal bir
çatışma baş gösterdiği, bundan insanın üstün çıktığıdır. Ama bu savı
destekleyecek bir kanıt bulunmamıştır. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">İkinci sav, onları ortadan kaldırmadığımız ama rekabetimize katlanamayıp
yok olduklarıdır. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Üçüncüsü ise onlarla rekabet etmediğimiz ve savaşmadığımız ama
seviştiğimiz, çiftleşerek atalarımız arasına kattığımızdır. Taşımakta
olduğumuz neandertal genleri bu teorinin bir kanıtı sayılabilir. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Doğal tarih; bir süre var olduktan sonra nesli kuruyan ve yerini başka
türlere bırakan canlıların hikâyesidir. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">Bugün Avrupa’da yaşayan insanların daha on bin yıl önce hayatta olan
Mezolitik Çağ insanlarıyla bile bir ilişkisi yoktur. Taşıdıkları
genlerinin çoğunluğu Cilalı Taş Devri’nde Batı Asya’dan kitle hâlinde
göç eden insanlara aittir.
Bu demektir ki o zaman Avrupa’da yaşayan homo sapiens topluluklarının
soyu neandertallarden bile beter tükenmişti. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">İnsan bugün yeryüzünün en üstün yaratığıdır. Ama insanlığın bir yok
oluşlar silsilesi olan tarihi bu üstünlüğün mukadder, kaçınılmaz veya
kalıcı olmadığını gösteriyor. Aklımızı başımıza toplamazsak biz de
pekâlâ kemiklerimizi fosil siciline hediye edip yok olanlara
karışabiliriz.
Huzur kaçırıcı ama akıllandırıcı bir düşünce. </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">NOT: Bu yazı London Review of Books’un 17 Aralık 2020 tarihli sayısında
çıkan John Lanchester imzalı makalenin özetidir. <br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/yirmi-tur-insan-makale,9692.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ</a><br />Diyalog Gazetesi</span></span><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"> </span><br /></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-60201185311596014632020-12-22T10:38:00.002+03:002021-01-17T10:46:01.834+03:00Sıcakta salyangozlar <p></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Salyangozun sıcağa tahammülü yoktur. Nemi
sever, çünkü neredeyse yüzde yüz sudan ibarettir. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Sıcakta güvenli bir yere çekilip kabuğunu mühürler ve arkasında inzivaya
veya uykuya çekilir. Saklanma yeri saksıların kıvrım yerleri, ağaç
kovukları, yaprakların arası, su deposunun altı gibi gözden uzak
yerlerdir.
O kadar güçlü yapışır ki yerinden zor sökersiniz.
İlk yağmur düşer düşmez çözülür ve yeni çıkan yapraklarla kendini
doyurup doğurmaya başlar. Doğurur da doğurur.</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ortaya çıkmalarını bahçemde yenik yapraklardan anlarım. En çok
siklameninkileri severler. Zambağa da bayılırlar. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bu sene yağmurlar başlayınca bahçedeki salyangoz varlığının bayağı
azalmış olduğunu fark ettim.
Çoktan ısırılmış olması gereken yapraklar dokunulmamışlardı. Sağda solda
boş salyangoz kabuklarına da rastlıyordum. Bu azlığın nedeni sıcaklar
olmalıydı. Geçen ilkbaharda başlayan rekor sıcaklar salyangozları
yapıştıkları yerde yakıp yok etmiş olmalıydı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><br /></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İnsan ürünü iklim değişikliğinin getirdiği aşırı sıcakların bir sonucu,
birçok canlının yeni duruma ayak uyduramaması ve yok olmakla karşı
karşıya kalmasıdır. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Artık bu tür istatistiklerin kimseyi etkilemediğini biliyorum ama ben
gene yazayım: İklim felâketi ve habitat kaybı nedeniyle bir milyon canlı
türü yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bir yerde okuduğuma göre, endüstriyel kapitalizmin başladığı 1700’de
gezegenin buzlarla kaplı olmayan kısmının yüzde 95’i ya yabani idi ya da
“yarı doğal” ismiyle
sınıflandırılacak kadar az kullanılıyordu. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İki bin yılına gelindiğinde yaban alanlar yüzde beşe düştü.
Bu habitat tahribatının bir sonucu, ormanlarda ve yaban hayatta gizli
Covid-19 gibi virüslerin insana atlaması oldu. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bin dokuz yüz kırk yılından bu yana 300 bulaşıcı hastalık ortaya çıktı.
Zika, Ebola, Sars, Mers ve sayısız nezle türü bunlardan bazılarıdır. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bu hastalıkların kökeninin ne olduğuna dair şüphe yoktur: Habitat
tahribatı ve endüstriyelleşen tarımın stres altına soktuğu hayvan
nüfusunun insanlarla yüz yüze gelmesi. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Tahribat devam ediyor. Ve aslında her birimiz hem bunun farkındayız hem
de buna katkıda bulunuyoruz. Çünkü kurulan ekonomik düzende dünya bir
emtiadır. Ve bu emtia, sonu ne olursa olsun, alınıp satılacaktır. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Belâ olmalarına rağmen gene de salyangozların sıcaktan tamamen yok
olmalarına – eğer neden gerçekten bu ise – sevinemem. Onların en az
benim kadar bu dünyada yaşamaya hakkı var. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bu gerçek ters biçimde şöyle söylenebilir: Onun için faydası veya zararı
ne olursa olsun insanın hiçbir canlıyı yok etmeye hakkı yoktur. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İnsan şimdi muzaffer görünebilir ama muhtemelen son gülen salyangoz
olacaktır. Bu yaratık bir defada otuz ila elli yumurta doğurur ve yılda
bir defadan fazla yumurtlar. Doğurması için çiftleşmesi şart değildir
çünkü hermafrodittir, hem erkek hem dişi cinsiyet organlarına sahiptir.
Çiftleşmek istediğinde erkek veya dişi gibi davranabilir. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bir tek salyangoz bahçemi yeniden salyangozlarla doldurmaya muktedirdir.<br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/sicakta-salyangozlar-makale,9686.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ</a><br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-9457152213886070502020-12-17T10:28:00.004+03:002021-01-17T10:36:40.800+03:00Soğuğa giden casus <p></p><div style="text-align: justify;"><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bazı insanlar o kadar hayat çevremin bir
parçasıdırlar ki hiç ayrılmayacaklar sanırım.
Geçtiğimiz Cumartesi 89 yaşında hayata veda eden İngiliz casus romanları
yazarı John Le Carré bunlardan biri idi. </span></span></span></p></div><div style="text-align: justify;"><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Hayatımın bir parçası” derken onunla bir dostluğumuz vardı demek
istemiyorum. Karşılaşmamıştık bile.
Ama onu okumaya başladığımdan beri hayatını röportajlardan izlediğim,
kitaplarını merakla beklediğim biri olmuştu.
Tanımadığınız ama aklınızın bir köşesine bağdaş kuran insanlar var ya,
öyle biri.
Tıpkı dört yıl önce dört buçuk ay hapiste kaldıktan sonra Türkiye’yi
terk eden ve o zamandan beri kitap yayımlamayan Aslı Erdoğan gibi.
O nasıl acaba? </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Le Carré merakım, yazılmış belki de en iyi casus romanı olan ve onu
dünya çapında ünlü yapan The Spy Who Came In From the Cold (Soğuktan
Gelen Casus) ile başladı. Onun kadar etkileyici olan Tinker Tailor
Sailor Spy (Köstebek) ile devam etti. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Le Carré, Soğuk Savaş’ın en azgın olduğu 1950-1960 döneminde on altı yıl
kadar İngiliz istihbarat
örgütlerinde çalışmıştı.
O dünyayı içinden tanıyordu. Ama, onun kahramanları, Ian Fleming’in
(1908-1964) James Bond’u gibi pırıltılı, iyi giyimli, hovarda ve
yenilmez değildi. Dünyası da Bond’unki gibi göz kamaştırıcı ve erotizm
yüklü değildi. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Tersine…
Soğuk Savaş’ta birbirlerini alt etmeye çalışan Batı ve Sovyet
istihbaratçılarını le Carré insan olmanın zaafları ile boğuşan, iki
yüzlü, yaptığından pek emin olmayan, bazen hain, nadiren kahraman, çoğu
zaman zavallı kişiler olarak gördü.
Yarattığı en ünlü karakter olan George Smiley’nin yanında James Bond bir
Barbie bebeğe benzer.
Le Carre’nin adamı orta yaşlı, tombul, mutsuz, gözlüklü, ama parlak
zekâlı ve dur durak bilmeyen bir profesyoneldir.
Bond pahalı terzilerden giyinen, kadınların dayanılmaz bulduğu bir adam
iken Smiley pahalı ama üstüne bol gelen bir palto ile dolaşır ve göz
kamaştırıcı eşi Ann tarafından sürekli aldatılır.
Smiley ile Tinker Tailor’da tanıştım ve en sevdiğim roman
kahramanlarımdan biri oldu. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Annesi o beş yaşında iken bir emlakçı ile kaçarak le Carré’yi terk etti.
Babası bir numaralı bir sahtekâr ve dolandırıcı idi. Tatillerde eve
döndüğünde babası içeride mi dışarıda mı olacak, dışarıda ise evde
babasının hangi metresi ile karşılaşacak bilmezdi. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Büyüklerin hayatı
yalan ve kandırmaca imiş gibi gelirdi ona. Babasının yanında geçirdiği
yıllar bir anlamda casusluk için mükemmel bir staj idi. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Berlin Duvarı’nın yıkılması ile Carré’nin de konuları tükendi sanıldı
ama o dikkatini uluslararası silah kaçakçılığı, Arap-İsrail çatışması,
büyük ilaç şirketlerinin Afrika’da çevirdiği oyunlar gibi başka siyasi
ve tartışmalı konulara yöneltti. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Elli yıldan uzun süren meslek hayatında le Carré, Ruanda, Türkiye,
Çeçenistan, Karayipler ve Güney Doğu Asya’yı dolaşan iki düzineden fazla
kitap yazdı. Dokuzu filme çevrildi.
Onu okumak isteyenlere Köstebek ile başlamalarını öneririm.</span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/soguga-giden-casus-makale,9666.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ</a> </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Diyalog Gazetesi</span></span></span></p></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-12344427618680941302020-12-15T13:06:00.000+03:002020-12-15T13:06:18.284+03:00Arpa çiçeği, iris ve kediler <p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bahçede yapılacak çok iş var ama bende ne
yazık ki çok az enerji.
Ama gene de bir saldırıda bulunacağım.
Programda arpa çiçeklerinin tohumlarını ayıklayıp ekmek ve irisleri
seyrekleştirmek var. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Arpa çiçeği (Gladiolus Segetum- Iridacaea) arpa ve buğday tarlalarında
tahılla birlikte çıkan bir çiçektir. Glayölün yabanisidir.
Tarlanın sürülmesinden etkilenmez, çünkü toprağa düşen filiz kök
saldıktan sonra derine hicret eder. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Kırmızı şarap rengindeki Kıbrıs lalesinde de aynı huy vardır. Yerden
kesinlikle çıkaramazsınız. Zaten doğada o kadar azaldılar ki bırakın
sökmeyi bulmanız bile zordur.
Çoğaltmak isterseniz tohumlarını toplayıp ekmeli ve altı yedi yıl
beklemelisiniz. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Arpa çiçeğinin yaprakları kılıç gibidir, gövdesinde pembe renkli, glayöl
çiçeğine benzer şekilde sıralanmış beş, altı veya yedi çiçek olur. Bu
çiçekler tohum kesesine dönüşür. Keselerin irilerinin içinde yirmiye
kadar tohum bulunabilir. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İşte ilk işim yaz sonunda topladığım bu tohumları keselerinden çıkarmak
olacak.
Arpa çiçeklerini bulundukları yerde bıraksam da çoğalacaklardı, ama bu
süreci çabuklaştırmak ve bu harika çiçeği bahçenin diğer yerlerine
yaymak istiyorum.
O zaman çalış bakalım MM. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Mutfak masasında yaptığım bu iş iki saatten fazla zamanımı alıyor.
İrisleri seyrekleştirmek daha zahmetli bir iş ve şu nedenle gerekli:
Uzun zaman aynı yerde kalan irisler sıkışır, birbirinin üzerine biner ve
az çiçek verir.
Önce iris köksapları veya rizomları sökülür, ki bu işi haftada iki defa
birkaç saatliğine gelen bahçıvana bırakıyorum.
Sonra rizomlar yeniden ekilmeye hazırlanır, ki bu işi ben yapıyorum.
Kökleri ufaltıyorum, çürük kısımlarını kesip atıyorum.
Daha sonra bol hayvan gübresi dökülmüş yeni yerlere ekilecekler, ki bunu
da bahçıvana bırakacağım. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Rizomları teker teker elime alıp temizlerken bir kedinin alçak dalların
arkasında beni izlediğini fark ediyorum.
Az sonra ikinci bir kedi çıkageliyor. Kediler arka ayaklarının üzerinde
durup ön ayaklarını kullanarak bir oyuna başlıyorlar sonra, hafif ve
hızlı, kayboluyorlar. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Onlardan sonra çıkagelen kömür siyahı, iri bir kedi. Bana hızlı bir
bakış fırlattıktan sonra daha ilginç şeyler aramak üzere çayırda
kayboluyor.
Üçü de bakımlı ve iri, tüyleri parlak olan kediler ev kedisi olmalı.
Geçim dertleri yok. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bahçede sık sık kedi görüyorum. Bazen biri bahçe koltuğuna kurulmuş
uyuyor. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Kedi uzmanı bir arkadaşım kedilerin sakin yerleri sevdikleri
için bahçeme dadandıklarını söylüyor.
Bir fare yakaladıklarını görmedim ama. Bu da bahçemdeki tarla
fareleriyle kedilerin saldırmazlık paktı imzalamış oldukları konusundaki
kanımı kuvvetlendiriyor. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ağaçların arkasından, yolun geçtiği yerden bir kadın sesini yumuşatarak,
sevgiyle kedisini çağırıyor. Bu davette bir aşk var. Kadının bu kadar
büyük bir sevgiyle bir başkasını çağırmadığını düşünüyorum. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yağmur serpiştirmeye başlayınca kalkıp eve doğru yürümeye başlıyorum.
Portakal ağacının orada burnuma hafif, hoş bir çiçek kokusu geliyor. Bu
mevsimde çiçek ne arar diye düşünerek çevreme bakınca yenidünyanın çiçek
açtığını görüyorum, hem de kocaman.
İklim değişikliği işte…
Ilık geçen kış mı onu kandırdı? <br /></span></span></span></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/arpa-cicegi-iris-ve-kediler-makale,9660.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-35540151099378595932020-12-10T12:38:00.001+03:002020-12-15T12:50:59.634+03:00Yol kenarı çayır çimen <p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Birkaç ay önce onu Lapta’daki evinde
ziyaret ettiğimde sanatçı dostum Hikmet Uluçam bana bir torba dolusu
tohum verdi. Yabani çiçeklerden toplamış.
“Bunları bahçene saç, göreceksin ne güzel çiçekler çıkacak,” dedi. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hikmet için sanatçı dedim, ama o sanatçılığının yanında belki de
Kıbrıs’ın en usta, en çevreci bahçıvanıdır.
İlkbaharda birkaç günlüğüne ziyaretçilerine açtığı bahçesi adanın öz
çiçekleri ile dolu bir cennettir. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Torbayı alıp eve geldim ve yağmurlar başladıktan sonra içindeki
tohumları ara ara avucumda toplayıp eski zaman çiftçileri gibi toprağa
attım. Bakalım neler çıkacak. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dizimin dibinden ayrılmayan okuyucularım hatırlayacaktır: Üç dört
yıldır, aslında bir tarla olan bahçemi sürdürmüyorum ve toprağını başka
bir şekilde rahatsız etmiyorum. Orasını yabani çiçeklerle dolu bir
çayırlık hâline getirmek istediğim için yaptım bunu.
Kendi hâline bırakılan toprak gücünü toplayacak, aşınmanın ve sürekli
ekim altında bulunmanın hâlsizliğinden kendini kurtaracak. Zamanla
adadaki yabani çiçekleri bağrına çekecek.
Çekmeye başladı bile. Her ilkbaharda daha önce görmediğim kır çiçekleri
görüyorum ve bunların tohum dökerek kendilerini çoğaltmalarını. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İklim değişikliği doğadan aldıklarımızı ona geri verme zamanının
geldiğini haber veren bir tehlike çanıdır.
Bu çanı herkes duymalı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dünyayı elbirliği ile viraneye çevirdik, elbirliği ile mamur etmeliyiz.
Maalesef, biz Kıbrıslı Türklerin çoğu doğaya karşı sağır ve kör olduğu
için hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyoruz. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Köylerde ve kasabalarda daha birkaç yıl öncesine kadar çiçekli birer
çayır olan yol kenarları rant uğruna beton kaldırımlarla doldurulmakta.
Müteahhitler, yeni ev yaptıranlar ağaç ve çiçeğe yer ayırmadan arsaların
her santimetre karesini ev, garaj veya çimentodan yapılmış bloklarla
doldurmakta. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bu konulara öncelik tanıması gereken politikacılar, üst düzey
bürokratlar, belediyeler ve fikir önderleri ise incir çekirdeği
doldurmakla meşgul.
Yeni yapılan yol kenarlarının çiçekler ve otlarla çayırlaştırılması, yol
ihalesinin bir parçası hâline getirilmelidir. Köylerde ve taşra
özellikli yerlerde yol kenarlarına kaldırım yapılmamalı, yapılanlar
sökülmelidir. İnşaat alanları daraltılmalı, yeşil alanlar
genişletilmelidir. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Çöküş zamanlarında değişik şeyler yapmak zorundayız, çünkü eski
yöntemler geçerliliğini yitirmiştir.
KKTC doğaya ilan ettiği savaşı durdurmalı, geri çekilmelidir çünkü
giriştiği bir savaş değil intihardır.
Doğa pısmış gibi görünse de yumruğunu patlatacaktır. Covid-19 bunun ilk
işaretidir.
Doğayı eski hâline kavuşturmak bir kurtuluş savaşıdır – hem doğa hem
insanlık için.
Hiç kimse katkı yapmaktan muaf, hiçbir ülke, KKTC gibi tanınmamış ve
geri olsa bile, yükümsüz değildir.
Beton yerine tohum etmek tahmin ettiğinizden de kolaydır ve çiçek
betondan sağlıklıdır. Rantı ise çocuklarınıza ve torunlarınıza miras
olarak bir cehennem değil, yaşanabilecek bir dünya bırakmaktır.<br /></span></span></span></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/yol-kenari-cayir-cimen-makale,9640.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-68188724712663654322020-12-05T12:08:00.013+03:002020-12-15T12:33:15.631+03:00Yolculuk niyeti <div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yolculuk niyetinde değilim</span></span></i></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Fakat böyle bir iş yapmaya kalksam </span></span></i></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Doğru İstanbul’a gelirim. </span></span></i></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Beni bebek tramvayında görünce </span></span></i></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ne yaparsın acep? </span></span></i></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></i></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Mamafih söylediğim gibi</span></span></i></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">yolculuk niyetinde değilim! <br /></span></span></i></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İzmir’de Alsancak taraflarındayım. Buraya bir laboratuvarda Covid-19
testi yaptırmak için geldim. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Test tamamlanınca caddeye çıktım, denize
uzandığını sandığım yollardan birine girdim. Dükkânlar, lokantalar,
barlar, kafeler, birkaçı hariç hepsi temiz ve tertipli bir biçimde
kapalı. Açık olanlara da pek giren çıkan yok. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Soğuk.
Rüzgâr, Çinli bir şairin “On binlerce mil uzunluğundaki rüzgâr” dediği
rüzgâr, bacaklarıma köşeden siyah bir balon getirdi.
Balonun siyahı da mı olurmuş? Siyah balon siyah gelinlik gibi olmuyor
mu? </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Biraz ileride uçuşan, birbirine bağlı birkaç balon daha var. Evini
bulamayan sarhoşlara benziyorlar.
Şenliksiz, Covid-19 kapalısı, kalabalıksız bu sokakta ne arıyorlar?
Bir partiden mi kaçtılar, yoksa baloncunun demetinden hürriyeti mi
seçtiler? </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bir dükkândan iç antepfıstığı alıyorum.
Müşterisiz bir lokantanın önünde beyaz gömlekli üç garson sohbet ediyor.
Biraz ileride bir kitapçı var. Oraya yürüyorum.
İçeride gözüme çarpan ilk kitap Orhan Veli’nin Bütün Şiirleri. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">O, çocukluğumdan beri en sevdiğim şairdir. Çoğu zaman, bir kitapçıya
girdiğimde, evde olmasına rağmen bu kitabını alırım.
Onu tanımayı çok isterdim.
Mozart (1756-1791) 35 yaşında dünyaya veda etmişti. Onun gibi muzip ve
saf, hüzünlü ve bahtsız bir kişi olan Orhan Veli 1950’de 36 yaşında
öldü. Ankara’da belediyenin üstünü örtmeyi ihmal ettiği bir çukura düştü
ve üç dört gün sonra beyin kanamasından gitti. Yolculuk niyetinde
olmadığı bir yaşta. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Denize varınca bir yere ilişip kitabı rasgele açıyorum.
Bin dokuz yüz otuz ve kırklarda yazılmış olmalarına rağmen şiirler
ağaçtan az önce kesilmiş meyve gibi taze; şair çoktan ölmüş, tenha
kalabalıklaşmış, temiz kirlenmiş, gözler kapalı dinlenen şehir cehenneme
dönmüş olsa da. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Mozart’ın müziği gibi sonunda dimağda bir hüzün tortusu bırakıyor Orhan
Veli’nin şiirleri. En masum ve çocuksu olanlarında bile tasalı bir şey
var. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Kuşçu amca! </i></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Bizim kuşumuz da var </i></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Ağacımız da; </i></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Sen bize bulut ver sade, </i></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Yüz paralık. </i></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Klâsik, okumaktan asla bıkmayacaklarımızdır.
Bazıları insan öğrenmeye geldiği şeyleri öğrenince gider, der. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Orhan
Veli genç öldü ama belki öğrenmeye değer en önemli şeyleri öğrenmişti.
<i> </i></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i> </i></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;</i> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">-<i>Akşamüstüne doğru, kış vakti</i> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Benim de sevdalar geçti başımdan. </i></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış; </i></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Zamanla anlıyor insan dünyayı. </i></span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Öğleye doğru arkadaşım gelip beni buluyor. Tavacı Recep’ten paket
servisi almaya karar veriyoruz. Bizi içeri davet ediyorlar ve çay ikram
ediyorlar. Lokanta bomboş. Yolda Reyhan’dan kazandibi alıyoruz ve eve
gidiyoruz.
Kesik kesik olan bir hayatın kalan zevkleri.<br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/yolculuk-niyeti-makale,9618.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span><br /></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-20922331429294062972020-12-03T12:00:00.002+03:002020-12-15T12:08:06.253+03:00Zeytindağı <div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bahçenin uç tarafında beyaz, büyük, bakımlı
bir kedi uzanmış güneşleniyordu.
Geldiğimi görünce kısa bir tereddüt geçirdi sonra hızla ters istikamete
kaçıp kayboldu. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bugün kendimi sevmiyorum.
“Haklısın ahbap,” diyorum. “Geldiğimi görsem ben de ardıma bakmadan
kaçardım. Ama kaçacak yerim yok.” </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Kurşuni bir gün. Yer ıslak. Güneş bir açıp bir kapıyor. Uzaktan derin
derin gök gürültüleri geliyor. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ağaçlarda kalan son birkaç inciri ve narı topluyorum, daha tam
olgunlaşmamış olmasına rağmen bir portakal koparıyorum ve eve
yollanıyorum.
Şömineyi yakabilirim ama yakmıyorum. Çorba pişirebilirim ama
pişirmiyorum. Yukarı çıkıp uyuyabilirim ama çıkmıyorum.
Bugün tersliğim üzerimde. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine satın aldığım Falih Rıfkı Atay’ın
(1894-1971) Zeytindağı adlı kitabına uzanıyorum.
Acaba ruh hâlim, tüyler ürpertici olaylar ve tablolarla dolu bu kitabın
üzerimde bıraktırdığı etkiden mi? </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Keyfi bir yönetim altında Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı’nın
ipleri çözülen bir çadır gibi nasıl çöktüğünü anlatıyor kitap.
Bir yerinde içeride disiplini sağlamak için Şam ve Beyrut’ta kırk kadar
Arap milliyetçisinin asıldığından bahsediliyor.
Bu anlatımdan, bir tablo çıkmamak üzere zihnime yerleşiyor: </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Beyrut’ta Cemal Paşa, evinin merdivenlerinden inerken, güzel ve siyahlar
giyinmiş bir kadın, yanında çocuğu ile onu karşılıyor. Çocuk, elindeki
çiçek demetini komutanın ayağının altına atarak “Babamı bağışlayın,”
diyor.
“Kumandanın o gün gözlerinin yaşardığını ve titreyen çenesini güç
tuttuğunu görmüştüm,” diye yazıyor Falih Rıfkı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Çünkü bu siyahlı kadın
evine dönerken, meydanın bir köşesinde, sevdiği kocasının soğumuş beyaz
cesedini görecekti.”
Türk oralarda o kadar hakir görülüyordu ki birine “Türk müsün?” diye
sorulduğunda verilen cevap “Estağfurullah,” oluyordu, diye yazıyor Falih
Rıfkı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bugün durum ne kadar değişik?
Osmanlı asırlar boyunca Arap ellerini o kadar yoksul bıraktı, o kadar
zulüm yaptı ki bugün oralarda Türk’e kucak açılacağını hayal etmek bile
gülünç.
Ama ediliyor. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Osmanlı fethe dayalı eski model bir imparatorluk olduğu, yeni çağlara
ayak uyduramadığı için çöktü. Fethe dayalı imparatorluklar fetih devam
ettiği, ele geçirilen yerlerden servet başkente aktığı, askerler
ödendiği müddetçe ayakta durur. Başka kentleri ve ülkeleri savaşarak
alma durunca düşüş başlar. Bunun klasik örneği Roma İmparatorluğu’dur. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Savaşların modası geçti.
Savaşabilirsin ama zafere ulaşamazsın.
Savaşta, sonunda, vuran da vurulan da kaybeder.
Bunu, iki dünya savaşından sonra Avrupa öğrendi. Amerika Irak’ta
hezimete uğrayarak anladı.
Rusya Afganistan’da perişan olduğu hâlde öğrenmemekte direniyor, çünkü
ayakta durmak için maceralara girişmek ihtiyacında olan bir despot
tarafından yönetiliyor. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Çağımızda güçlü devletler ekonomisi sağlam olan, halkını refah içinde
yaşatan devletlerdir.
Türkiye için ekonomisi sağlam, halkını refah içinde yaşatan bir devlet
olduğunu söyleyemeyiz.
Bunun kitap dolduracak nedenleri var. Ama önemli bir neden; Osmanlı’nın
çöküşünden ders çıkarmaması, demokratikleşememesi, hukuk devleti
olamaması, Doğulu kalmasıdır.
Ama şu anda aklımda bunlar değil Cemal Paşa’nın ayaklarına çiçek atan
çocuk var.
O da babasının asılmış cesedini gördü mü? Ondan sonra hayatı nasıl oldu?
<br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/zeytindagi-makale,9611.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Diyalog Gazetesi</span></span></span> <br /></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-66013645238913277882020-11-28T11:24:00.004+03:002020-12-04T11:31:24.118+03:00Bahçıvanlığı iyi yapılmış zihin <p></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İstanbul’da yaşadığım zor günlerde
geceleyin yattığımda zihnimde Ozanköy’deki bahçemde gezinti yapar,
sakinleşirdim.
Kesik bir ağacın toprakta kalan parçasının üzerine deniz kenarından
taşıdığım yassı bir taş koyup oturacak bir yer yapmıştım. Oraya oturur,
yakınındaki çamın kokusunu hatırlayarak uykumun gelmesini beklerdim.
Bu zihinsel bahçe anları bile bana iyi gelirdi. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Sabırsız yolculuklardan sonra Ozanköy’e vardığımda bazen eve girmeden
önce bahçeyi dolaşır ağaçlarla, kokularla tanışıklığımı yenilerdim.
Dünyam değişirdi. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bahçe... Belki doğa demeliyim... İnsanın zihin ve ruh gıdasıdır.
Birkaç gün önce İngiliz psikiyatr Sue Stuart-Smith’in Bahçıvanlığı İyi
Yapılmış Zihin adlı kitabını bitirince bu gerçeğin tıp âlemi tarafından
yaygın olarak kabul edilmeye ve bahçeciliğin bir tedavi yöntemi olarak
kullanılmaya başlandığını öğrendim.
Bahçecilikten kasıt, bir meşgale olarak bahçede yapılan işlerin tümüdür;
kazmak, ekmek, sulamak, toplamak, ot sökmek hatta bunları yaptıktan
sonra ve yapmadan önce bahçede bir yerde oturmak. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yapılan birçok bilimsel araştırma bahçeciliğin stres, depresyon, travma
ve bağımlılıkla boğuşanların hayatında dönüşüme yardımcı olabileceğini
gösteriyor.
Bu araştırmalardan çıkan en güçlü bulgulardan biri şudur: Bahçecilik
kişinin ruh hâli ve kendine saygı durumunu yükseltir, depresyon ve
anksiyeteyi hafifletir. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Batı’da bazı hapishanelerin bahçesi var. Orada uğraşan mahkûmların
çıktıktan sonra suç tekrarı eğiliminin azaldığı tespit edildi.
İngiltere’de artan sayıda hastanelerde akıl hastaları bahçeciliğe
yöneltiliyor. Bu yolu tutanlarda iyileşme veya kendini daha iyi hissetme
oranı kapalı kalanlardan daha yüksek. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Okulu terk edenlerin ellerini toprakta kirletmeye başladıktan sonra
eğitime dönme şansı artıyor. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bahçıvanlık yapan yaşlılar daha uzun yaşıyor ve daha yüksek bir hayat
kalitesine sahip oluyor. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Penceresi ağaçlığa bakan hastaların sızıya tahammülleri daha güçlü
oluyor ve daha erken iyileşiyor. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Gene İngiltere’de ağır ruh hastalığına duçar olanların kaydolup haftada
birkaç defa çalışabileceği, vakıflar tarafından kurulan bahçeler var. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Stuart-Smith’in sıraladığı bütün bilimsel araştırmaları saymamak için
size diyeyim ki bahçe ile uğraşıp da yarar görmemiş hasta veya iyi kimse
enderdir. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Teknolojinin ve şehirleşmenin gittikçe yoğunlaştığı hayatlarda toprağa
yakınlaşmanın önemi gittikçe artmaktadır, diyor Stuart-Smith.
Bahçe sadece insanın içini açan bir yer değildir. Ayrıca
“düşüncelerinizi duyabilmek için size sükûnet sağlayan zihinsel bir
mekândır." Bitkilerinize baktığınızda iç dünyanızın da bahçeciliğini yapmış
olursunuz.
Hayatın temposu, bitkilerin temposudur.
Bahçede dünyanın daha aheste olduğu bir kafa yapısı kazanırsınız.
“Bitkiyi sulamak sakinleştirir ve gariptir ama bitirdiğinizde kendinizi
bitkileriniz gibi tazelenmiş hissedersiniz.” </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bahçecilik konusunda yazılmış en orijinal kitaplardan biri olan eserin
İngilizce adı The Well Gardened Mind’dır. Türkçesi yok. Umarım yakında
olur.<br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/bahcivanligi-iyi-yapilmis-zihin-makale,9593.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com </a>==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-33163503475628614022020-11-26T09:46:00.000+03:002020-11-27T09:46:48.235+03:00Zehir ve nergisler <p></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İzmir Körfezi’nin kuzey batı ucuna yakın
Karaburun kasabasının ardındaki dağlarda nergis yetiştiren köyler var. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Güneşli bir sabah, ufak tefek bir şeyler götürmek için bu köylerden
birinde yaşayan yaşlı bir kadını ziyarete gittik.
Bize çay yaptı, yumurta verdi, bahçesinden nar ve mandalina topladı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dönüşte yolu asfaltlanmakta ve kapalı bulduk.
İşçilerden biri bize sahile, Yeni Liman’a inen toprak bir yol tarif
etti.
Bakımsız zeytinlikler arasından geçip bir süre aşağı doğru gittikten
sonra yol sağa yöneldi ve geçilmesi imkânsız bir hâl aldı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Geri döndük.
Başladığımız yere yakın, aşağıya inen başka bir toprak yol gördük.
Yukarıdan yürüyerek bir adam geliyordu. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Nereye gidiyor bu yol?” diye sordum. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yaklaştı. Sırtında bir ilaçlama tankı vardı. Bir elinde bir torba
mandalina diğerinde tankın püskürtme hortumunu tutuyordu. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Yeni Liman’a,” dedi. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Oraya gidiyormuş.
Onu arabaya davet ettik.
Bagajı açtım ve eşyalarını içine koydu. Yeşilimsi bir rengi olan
zehirden insanı kötü eden bir koku geliyordu.
Emekli öğretmenmiş. Köyde ve Yeni Liman’daki iki tarlasında nergis
tarımı yapıyormuş.
Ona köydeki tarlasına ilaç sıkmaktan dönerken rastlamışız.</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> “İlaçlamazsan nergisleri otlar boğar, cılız olurlar, satamazsın,” dedi. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Benim tarlada da nergis var. Hiç ilaçlamam. Yıllardır aynı yerde
çıkarlar ve hiç de cılız değildirler,” dedim.</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> “Ben ticari olarak ekiyorum ama,” dedi. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Nasıl ekersen ek. Otun nergise ne zararı olacak? Bir tarlanın bu araba kadar bir bölümünü ilaçlama, orada çıkan
nergisleri ilaçlı bölümde çıkanlarla karşılaştır, göreceksin aralarında
bir fark olmayacak,” dedim. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ve ekledim.“Sen sadece otları öldürmüyorsun. Onlara konan arıları, kelebekleri
falan da öldürüyorsun.”</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“İlaçsız denedim olmadı,” dedi cılız bir sesle ve başından savdı beni. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">On yıllardır ilaç şirketleri ve hükûmetler çiftçileri zirai ilaç
kullanmaya alıştırdı. İlaçların doğaya verdiği zararın üstü kapatıldı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Böyle giderse sebzeleri ve meyveleri ve çiçekleri döllendirecek arı ve
böcek kalmayacağı saklandı.
Türkiye’de zirai ilaç, yani zehir kullanımı on yılda yüzde 57 artıp
geçen yıl 60 bin tonu buldu.
Kullanılan zehirler arasında Dünya Sağlık Örgütü’nün yasakladığı,
kanserojen olması muhtemel bileşimler de var. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Toprağın altını göremediğimiz için orada neler olduğunu yeni yeni
öğrenmeye başladık. Bitkiler kökleri aracılığıyla birbirlerini
besliyorlar ve zararlılara karşı uyarıyorlar. Yeraltı, bitkilerle
alışveriş içinde olan mantar ağlarıyla kaplı.
Zehirler bu görünmeyen dünyayı tarumar ediyor.
Bir bitkiyi yaşatmak için yüzlerce başkasını öldürme aptallığı artık
arkada kalmalı. Ama güçlü devletlerin dev ilaç şirketlerine milyarlar
kazandıran bu üretimi durduracak güç kimde var? </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Emekli öğretmeni Yeni Liman’da indirdik. “Gelecek sene gel, sana nergis
soğanı vereyim,” dedi.
“Soğanların sende kalsın,” dedim ama içimden.<br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/zehir-ve-nergisler-makale,9586.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-21527378067266700612020-11-17T09:50:00.002+03:002020-11-27T09:56:53.780+03:00Hayatın amacı nedir? <p></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Büyük salgından önce Yapay Zekâ konusu
dünyayı meşgul eden sorunlar listesinin başlarında yer alıyordu. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yapay Zekâ insan gibi düşünen ve hareket eden makinelere verilen
isimdir. Akla robotları getirir ama robotlar Yapay Zekâ’ya sahip olsalar
da bu olgunun sadece bir uygulamasıdır. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yapay Zekâ konusunda iki ana düşünce var. Bunlardan birincisi Yapay
Zekâ’nın ileride insanı aşan muazzam bir akıl birikimine sahip olacağı,
insana karşı karşıya olduğu sorunların çözümünde yardımcı olacağıdır.
İklim değişikliği, çevrenin bozulması konularında mesela. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Diğer düşünce Yapay Zekâ’nın kontrolden çıkacağı, onu yaratanlardan
bağımsız olarak kendini ve zekâsını çoğaltma gücüne erişeceğidir. Bu
aşamada artık insana ihtiyacı kalmayacaktır. Dünyanın sorunlarını insan
yarattığına göre, onları çözmenin en kestirme yolunun insanları yok
etmek olduğunu çarçabuk anlayacaktır.
Ve allahaısmarladık homo sapiens. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Paniğe gerek yok. Hâlen,
İngilizce adı Artificial Intelligence olan Yapay Zekâ, böyle bir güce
sahip olmaktan çok uzaktır.
Bunları birkaç gün önce Financial Times’ta çıkan ve bugüne kadar
keşfedilmiş en güçlü Yapay Zekâ makinesini anlatan bir yazı* aklıma
getirdi. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Konu, Yapay Zekâ dünyasında sansasyon yaratan GPT-3 adlı bir makinedir.
San Francisco menşeili Open AI şirketi tarafından yapılan ve 175 milyar
dil parametresine sahip olan GPT-3, bugüne kadar yaratılan en kapasiteli
Yapay Zekâ makinesidir.
Hâlen kapalı devre çalışan makine bu sahada uzman olan seçilmiş kişilere
kullandırılıyor. Onu değerlendirsinler, öneride bulunsunlar diye.
Her zaman bu gibi durumlarda olduğu gibi, kimisi çok etkilenmiş, kimisi
burun kıvırmış. Ama insan zekâsı ile Yapay Zekâ arasındaki aranın
kapanmakta olduğu konusunda hemen hemen herkes hemfikir. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İnsanın ise ne kadar zeki olduğu tartışmalı: Yapay Zekâ insanlığı
ortadan kaldırmaya kalkışabilir. Bu kalkışma, eğer olacaksa, insanın onu
durdurma şansı ortadan kalktıktan sonra meydana gelecek. Bu risk var ve
bu denli büyük iken böyle bir yaratık meydana getirmek akıl işi midir? </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">GPT-3’ü kullanan bir uzman ona “Hayatın amacı nedir?”diye sormuş ve
“Kâinattaki güzelliğin miktarını çoğaltmak,” diye bir cevap almış. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hayatın amacının bu olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Bu bağlamda şunu
düşünmüştüm: Canlılarla dolu olan bir gezegenin cansız bir gezegenden
farkı ondan daha güzel olmasıdır. Bir Dünya’ya, bir de Ay veya Mars’a
bakın. Onların yaşamsızlığında ürkütücü bir çirkinlik ve cansızlık var.
Ona, dünyada mı ayda mı yaşamak istersin şeklinde bir seçenek sunulsa
hemen hemen hiç kimse Ay’ı tercih etmez. Kâinatı yaratan da. Hayat
kâinatı güzelleştirmek ve daha ilginç yapmak için var, diye düşünmüştüm. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Tabii bu çok insanvari bir düşünce tarzı.
Yapay Zekâ idareyi ele geçirdiğinde hayatın amacının kâinattaki
güzelliği artırmak fikrini taşımaya devam ederse temel fonksiyonlarından
biri Dünya’yı çirkinleştirmek olan insanın varlığını sürdürmesine izin
verir mi dersiniz?<br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/hayatin-amaci-nedir-makale,9551.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-78841452944987403592020-11-12T20:02:00.006+03:002020-11-13T08:34:10.731+03:00İyi biten her şey iyidir <div style="text-align: justify;"><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Havaalanına gitmeden önce bahçede bir
gezinti yapayım dedim ve her zaman böyle gidişlerden önce
hissettiklerimi hissettim. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Gitmek istememe hissiydi bu.
Neden gidiyordum ki? </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Buradan daha çok olmak istediğim bir yer yokken neden sıkıcı ve yorucu
olacağı kesin bir yolculuğa çıkıyordum? </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Saat bir civarında Ercan’da başlayacak olan seyahat saat yediye doğru,
karanlıkta, İzmir’de sona erecekti. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İstanbul üzerinden gitmek
zorundaydım, çünkü Covid-19 nedeniyle artık İzmir’e direkt uçuşu yoktu. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İnmek, binmek, uzun, az ışıklı koridorlardan geçmek, panoların önünde
kapı numarası aramak, kalkış beklemek, tıklım tıklım uçaklarda
yolculuk... </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bahçede dolaşırken bunlar gözümde büyüyordu.
Başka bir yerde olmak iyi, ama orada olmak için yolculuk yapmak zorunda
olmak kötü. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bir gece önce “Beni oraya ışınla,” demiştim Espasito’ya, o da “Ne iyi
olurdu,” demişti ama, nerede o günler… </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Adadan en son geçen yılın Eylül’ünde Midilli’ye gitmek üzere
ayrılmıştım. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İzmir’den Ayvalık’a gitmiş oradan feribotla karşıya
geçmiştik.
Yol da Ayvalık da kâbustu. Ne zaman bu kasaba şehir olmuştu, caddeleri
kirli kalabalıklarla dolmuştu ve bütün yeni yapıların zevksiz olması
şart mıydı? </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">*** </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Espasito sigarayı bırakınca kilo almaya başlamıştı. İlk ay beş kilo.
İkinci ay da beş kilo alınca harekete geçmeye karar verdi. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bir otelin
spor salonuna abone oldu ve koşu bandında koşmaya başladı. İki kilometre
ile başladı. Sonra artırdı. Dört, beş, altı. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Spor hocası “Neden
dışarıda koşmuyorsun,” deyince sahilde koşmaya başladı. Üçkuyular’dan
Konak’a doğru. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İlk yarı maratonunu, ki 21 kilometre uzunluğundadır, Antalya’da koştu. Çok zor bitirdi ve bitirdiğinde bir daha koşmamaya karar verdi. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yarışa profesyonel koşucuların da katıldığını bilmeyen babası onu bitiş
yerinde bekliyordu. “Kızım nerede kaldın?” diye sordu. “Herkes geleli
yarım saat oldu.”</span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Espasito kendine verdiği sözü birkaç gün içinde unuttu. Hâlâ haftada
25-30 kilometre koşuyor. Ve yarı maraton yarışlarına katılmaya devam
ediyor. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">*** </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yirmi bir kilometre koşmak bir tarafa yirmi bir kilometre koşmayı
düşündüğümde nefes nefese kalan ben ile o iyi arkadaş olduk. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Karantina zorunluluğu nedeniyle adaya gelemiyordu. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Dağ peygambere
gelmezse peygamber dağa gider,” aksiyomuna uyarak onu görmek için
İzmir’e gitmem şart olmuştu. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yolculuk nasıl geçti diye soracak olursanız... Korktuğumdan da kötü
geçti. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Az daha İzmir uçağını kaçırıyordum ve bu kaderi önlemek için
koridorlarda yaptığım mini maraton yüzünden kan ter içinde kaldım. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ama,
Shakespeare'in (1564-1616) ünlü komedilerinden birinin sözleri ile “All
is well that ends well”: İyi biten her şey iyidir. </span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Şimdi buradayım ve iyiyim.</span></span></span></p><p><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/iyi-biten-her-sey-iyidir-makale,9533.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com </a>==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></span></span></p></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-9327458852190436502020-11-10T20:08:00.005+03:002020-11-15T10:33:10.444+03:00Her şey neden bu kadar güzel? <div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bu sabah yağmurun damda çıkardığı sesle
uyandım.
Kasım’a kadar bekleyen yağmur en sonunda bana da uğradı ve bahçemin
topraklarına uzanıverdi.</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bir arkadaşımla, yağmur yağan ilk gün yürüyüşe gitmek için sözleşmiştik.
Onu aradım, çabucak geldi ve ara sıra serpiştiren yağmurda Beşparmak’a
doğru yola koyulduk. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dağın beşparmak şeklinde olan yeri bulutlar içinde kayıptı. Su çamları,
servileri ve çalıları yıkamış, yeşilini canlandırmış, onları sanki
gençleştirmişti.
Güneşsizliğin loşluğunda ormandan harika bir koku geliyordu.
Artık mantarlar da ayrelliler de -yabani kuşkonmazlar- çıkar diye
düşündüm.</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">* </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Doğada her şey güzel.
Güzellik giyinmemiş hiçbir canlı yok.
Güzellik sınavını geçmemiş hiçbir şey var olamaz gibi.
Her canlı, bir başka şey olmanın yanı sıra, güzel olmak zorunda. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yılana, kuşa verilen renk ve desen; gizlenmeleri, toprağın, bitki
örtüsünün veya ağaçların ve çiçeklerin rengine uyup görülmelerini
zorlaştırmak içindir. Ama sadece bunun için değil. Bir amaç daha var: Onları güzelleştirmek.
Ve bu güzellik kendi için var, herhangi bir görevi yapmak, başka bir işe
yaramak için değil. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Güzellik sadece canlılara ait değil.
Dağlar, kayalar, toprak, su, sonsuz karanlığın içinde parlayan gök
cisimleri, yaradılışta her şey, iç titreten bir güzelliğe sahip. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Demek kâinatta gemlenemeyen, taşkın bir güzellik yaratma dürtüsü var.
Her şey olduğundan daha güzel olamayacak kadar güzel, sanki. Doğadaki
her şey gözü memnun ediyor. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Neden her şey bu kadar güzel?
Dünyayı sevelim diye mi?
Yoksa güzel veya herhangi başka bir şey değil de gözlerimiz her şeyi
güzel görmek üzere mi dizayn edildiler? </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bin bir şekil alan bulutlara bakıyorum.
İstiflenmiş, uzun, tül gibi şeffaf veya hallacın elinden çıkmış gibi
pamuk pamuk, beyaz, kurşuni, siyaha çalan ve kızıl, her zaman sessiz ve
uzak ve hareket hâlinde. Her zaman güzel. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Her şey bu kadar güzel de insan neden bu kadar çirkin?
Doğada her şeyin güzel olması herkesin bu güzellikleri gördüğü anlamına
gelmiyor. Güzelliği görmek de bir eğitim işidir. Her konunun cahilliği
olduğu gibi güzellik cahilliği de var ve bu çok yaygındır.
Ve her cahilliğin bir bedeli olduğu gibi doğa cahilliği de bir maliyetle
geliyor – ve cahil olanla olmayanın ödediği bedel eşittir. <br /><br />www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><br /></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-7570496340258656682020-11-07T10:06:00.006+03:002020-11-15T10:32:47.431+03:00Beni uyandırmayın da... <p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Saat üçe geliyor. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yardımcımın ütüyü bitirip gitmesini bekliyorum. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">O gidince yukarı çıkıp uyuyacağım.
Bütün uykular güzeldir ama uykuların en güzeli yeni değiştirilmiş
çarşafları olan yataklarda uyunur. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bir yerde, zengin değil iken sonradan
zengin olan bir kadının ilk iş olarak keten çarşaf, nevresim, yastık
yüzü aldığını, yardımcısına yatağının çarşaflarını her gün
değiştirmesini söylediğini okumuş ve bunun iyi bir fikir olduğunu
düşünmüştüm.
Belki abartılı bir iyi fikir. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Evlilikleri yarım yüzyılı aşmış olmasına rağmen hâlâ eşleriyle birlikte
uyuyan arkadaşlarım var. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Seninle hayatını uyumlu bir biçimde geçirecek bir eş bulmak, astronot
olmaktan daha zor bir iştir.
Bana sorun.
Tebrikler vallahi. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yatakta bir kadının nefesini yüzünde hissettiğinde başını çevirmezsen
onu seviyorsun demektir. Bunu da bir yerde okumuş ve test etmiştim.
Doğrudur.
Söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama aynı şey kadın için de geçerlidir.
Hatta belki daha fazla. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Neden uyuyoruz bilmiyorum, başkalarının da bildiğini sanmıyorum, her ne
kadar bu konuda ileri sürülen birçok kuram varsa da. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bir uyku bağımlısı olarak benim amatör düşüncemi soracak olursanız uyku
iki amacı gerçekleştirmek için vardır:
Birincisi, vücudun kendini genel bir bakımdan geçirmesine fırsat
vermektir.
İkincisi, kesintisiz şuurun, yani sürekli hayat ile bağlantıda olmanın
insanı delirtmesini önlemektir. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Uyku insanın kendine hayattan verdiği bir tatildir.
Uyumayı severim, uyanmayı sevmem. Çocukluğumdan başlayarak uyanmaya
değer pek bir şey bulamamamdandır belki.
Mamırlamam, yani kendime gelmem, yataktan çıkıp hayata katılmam da uzun
zaman alır. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Freelance çalışan bir gazeteci olduğum için şanslıyım. Dokuz-beş hayatım
ender oldu. İstediğim zaman uyur istediğim zaman uyanırım. Hayatımın en
büyük zenginliklerinden biri budur. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Uykuyu sevdiğime göre ölümü de seveceğim diye düşünüyorum. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bazıları az uyku ile idare etmeyi marifet sanır. Birçok aptallık gibi bu
da Amerika’da başladı. Kargalar uyanmadan kalkıp koşmalar, her gece geç
saatlere kadar çalışmalar, cep telefonunu hiç kapatmayıp başucundan
ayırmamalar... Bunlar bir ara çok moda idi. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Okuduklarıma bakacak olursam şu sıralar uyku “in” olmaya başladı. Şimdi
akıllılık, akıllı telefon veya akıllı saatin kumandasında her gece
erkenden yatıp erkenden uyanmak oldu veya olmasına çalışılıyor. Uykunun
faydalarını anlatan kitaplar yayımlanıyor. Yakında bir uyku dergisi
çıkarsa – tabii internette – hiç şaşırmam. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İnsan denilen yaratık dünyaya ayak bastığından beri değişmeyen
gerçeklerden biri şudur: Sağlıklı bir yaşam için her gün 7-8 saat gece
uykusuna ve yeteri kadar da siestaya ihtiyacı var. Bunlardan kendini
mahrum bırakan kişi er geç, unutulmaya başlanan iki Kıbrıs deyimi ile,
mannos olur, sersemler ve gunolaşır, aptallaşır.
Seçenek sizin.
Beni uyandırmayın da siz ne yaparsanız yapın. <br /></span></span></span></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/beni-uyandirmayin-da-makale,9515.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br /></span></span></span><div><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Diyalog Gazetesi</span></span></span></div></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-1773856371881781352020-11-06T10:15:00.007+03:002020-11-15T10:24:56.411+03:00Bitkilerin dervişi<p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"></span></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: small;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhpqM4aQbDZS5LYQwj3ie_G2VIULL-hywoyrbh20DMRghsvE8GCkN8G0Sb8GyjKtlPxKlDFVprT5493Kt3dbIPRRnqtdYLhJwblCESPkICX6NjBBSu2I1uQ1rdY2uXpud4Yox67em8LDU/s1000/mm.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="750" data-original-width="1000" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhpqM4aQbDZS5LYQwj3ie_G2VIULL-hywoyrbh20DMRghsvE8GCkN8G0Sb8GyjKtlPxKlDFVprT5493Kt3dbIPRRnqtdYLhJwblCESPkICX6NjBBSu2I1uQ1rdY2uXpud4Yox67em8LDU/s320/mm.jpg" width="320" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;">Bugün dağa adaçayı toplamaya gideceğim. </span></span></span></span></div><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Yoldan tepeye çıkan bir patikanın kenarlarında, adaçayı çalılarının
bulunduğu, eksildiğinde gittiğim bir yer biliyorum. Oraya gideceğim. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Siyah çay içmeyen bir arkadaşım için yaptığım, siyah çaydan bıkınca ara
sıra benim de içtiğim rooibos’lu karışımın içine katıyorum adaçayını. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Rooibos, Güney Afrika’da yetişen bir bitkiden elde edilen kırmızımtırak,
kafeinsiz bir çaydır. Çay değildir aslında ama çay gibi içildiği için
çay dedim. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Bizim buradaki dağlarda ve tepelerde yetişen adaçayının tadı ve kokusu
Türkiye’de yetişenden çok daha keskindir. Bunu, burada yazların daha
sıcak, yağmursuz mevsimin daha uzun olmasına bağlıyorum. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Nisan’dan bu yana yağmur yağmadı. Altı yedi ay.
Adaçayı toplamanın en iyi zamanı şimdidir.
Kokusu ve tadı en keskin olan yapraklar, bitkinin en susuz ve sıcak
baygını olduğu bu aylarda elde edilir.
Bu kadar susuzluğa rağmen kurumuş bir adaçayına rastlamadım.
Susuz nasıl dayanıyor bu kadar uzun zaman? </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Modern araştırmalardan bitkilerin birbirlerine yardım ettiklerini,
sağlam ağaçların güçsüzleri kökleri vasıtasıyla beslediğini biliyoruz.
Adaçayı ihtiyaç duyduğu suyu bu şekilde çevresindeki bitkilerin
köklerinden alıyor olabilir mi? Olabilir. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Yaprakları kışın toplamaktan kaçınmak gerekir; yağmurlu aylarda
yapraklar çiğ ve sulu ve daha yeşildir ve koku o kadar keskin değildir. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Adaçayı toplarken her bitkiden sadece birkaç dal kesmek, çoğunu çalının
üstünde bırakmak gerekir ki yaşamaya devam edebilsin. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Sadece birkaç dalı
olan yeni bitkilere hiç dokunulmamalı.
Ya kaktüsler, diye sorabilirsiniz, ya onların susuzluğu?
Kaktüsler susuzluğun bitkisidir.
Çöllerin ve neredeyse çöl olan yerlerin tamamen yeşillik ve çiçekten
mahrum olmamaları için vardır.
Onlar gövdelerinde, yapraklarında ve köklerinde suyu depolamak ve
idareli kullanmak için muazzam karmaşık ağlara sahiptir. Bir babutsa (mısır inciri) yaprağı kesip kurutur ve kabuğunu soyarsanız
gördüğünüz yapıya şaşabilirsiniz. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Akdeniz havzasının yerlisi olan adaçayı antik çağlardan beri şifalı,
kutsal bir bitki olarak kullanılıyor.
Çağımızda yapılan bazı araştırmalar, adaçayının bilinci güçlendiren ve
sinir dokusunun bozulmasını önleme yeteneği taşıyan etkin maddeler
ihtiva ettiğinin ipuçlarını veriyor. Ama bu araştırmaların* sonuçları
kesin değil. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>* </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Biraz adaçayı topladıktan sonra yere, çam iğnelerinin halısına
uzanıyorum ve etrafa kulak veriyorum. Yükseklerde uçan bir kartalın tok
ötüşlerinden başka ses yok.
Bana bir şey iyi geliyorsa adaçayından çok bu dinginliğin yatağında
dinlenmektir diye düşünüyorum. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Adaçayına karşı büyük bir sevgim ve saygım var. Sıcak ve susuzlukla
boğuşmakla geçen çilekeş bir hayatları olduğunu düşünüyorum, bitkilerin
dervişi onlar olmalı.
Konuşabilseler Yunus Emre’nin (1238-?) veya Mevlana’nın (1207-1273)
diliyle mi konuşacaklar, ayrılığın ve yoksunluğun acısından mı
bahsedecekler? </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5318325/ <br /></span></span></span></span></span></p><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/bitkilerin-dervisi-makale,9508.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br /></span></span></span></span></span><div><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span style="color: white;"><span><span>Diyalog Gazetesi</span></span></span></span></span></div></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-91016625303951520792020-10-29T08:10:00.000+03:002020-11-03T12:27:35.762+03:00Kedigillerin felsefesi <p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"></span></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: small;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNr_5af0iGjLLFk2FUDb1JVEn7Ddp5-XHgtaUffQJMhztIruepuY9-gfSZODWGpBY3vstcvJNgSFTzbq1gD3QIr1q55FIIxHO_rcadGJyOiQuEpiyF2vzaFx0vPqs2MpAE-IIB_Lm1lRM/s640/limon.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="480" data-original-width="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNr_5af0iGjLLFk2FUDb1JVEn7Ddp5-XHgtaUffQJMhztIruepuY9-gfSZODWGpBY3vstcvJNgSFTzbq1gD3QIr1q55FIIxHO_rcadGJyOiQuEpiyF2vzaFx0vPqs2MpAE-IIB_Lm1lRM/s320/limon.jpg" width="320" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;">Kedim oldu, kedili evlerde oturdum, kedilerine tapan arkadaşlarım var. Şunu öğrendim: </span></span></span><br /><span style="font-family: verdana;"></span></span></div><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Bir kedi ile ahenk içinde yaşamak istiyorsanız her istediğini yapacaksınız. Onun sizinle ahenk veya herhangi başka bir hâl içinde yaşamak gibi bir gailesi yoktur. İstediği, onun için ideal yaşam koşullarını yaratmanızdır. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Kesinlikle kedinizle çatışmayın çünkü kazanmanız mümkün değildir. O sizden sabırlı, inatçı, ısrarkeş ve akıllıdır. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Ayrıca, onun dünya kadar vakti var, sizin yoktur. Sizden akıllı olmasını sizin onun için çalışmanızdan, ama onun sizin için çalışmamasından çıkartabilirsiniz. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Markete gidip sahibi için yiyecek satın alan kedi tanıyor musunuz? </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Meşhur laftır: Köpeğiniz varsa siz onun sahibisiniz. Kediniz varsa o sizin sahibinizdir. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Bu da var: Köpeklerin sahibi vardır, kedilerin kadrosu vardır. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>İnsan kediyi evcilleştirmedi. Kedi insanı evcilleştirdi. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Kedi bilge olmak dışında dünyanın en tembel hayvanıdır. Çalışmak istemediği için hayvanlar âleminde çalıştıracak bir yaratık aradı ve kendini akıllı zanneden ama gerçekte aptal olan insanı amacına en uygun buldu. Terbiye etti. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Karşılığında bir şey vermeden (köpek sadakat verir) kendine baktıran bir ikinci hayvan biliyor musunuz? </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Galiba kediler feylesoflarda en çok merak uyandıran hayvanlardır. Çünkü, feylesofların uğraştığı bütün konular gibi, çözümsüzdürler. Hem yakın hem uzaktırlar, bağımlı ve özerktirler. Kaybolurlar ama aslında yakınlarda ama gözünüzden uzaktadırlar. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Fransız deneme yazarı Michel de Montaigne’in (1533-1592), ünlü sorusunu biliyorsunuzdur: “Kedimle oynadığımda, onun benimle oynamadığını nereden bilebilirim?” </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Şundan: Kedinizle sadece o sizinle oynamak istediği için oynarsınız. Sizinle oynamak istemezse oynattırmaz. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Son kedisi 23 yaşında ölünceye kadar çocukluğundan beri kedisi olmuş olan İngiliz Feylesof John N. Gray bugün piyasaya çıkan Kedigillerin Felsefesi: Kediler ve Hayatın Anlamı* adlı bir kitap yazdı. “İnsanlar çarçabuk insanlıklarını kaybederler ama bir kedi asla kedilikten çıkmaz,” diyor bir yerinde. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>"Kedilerde hiç sıkılmışlarmış gibi bir hava hissedemezsiniz çünkü hiçbir zaman mutlu olmak için mücadele etmek gibi bir düşünce akıllarından geçmez.” </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Kediler insanlara insanlar için bir öğüt listesi hazırlamış olsalardı bunlardan biri “Çektiğiniz çilelerden bir anlam çıkarmaya çalışmayın olurdu,” diyor Gray. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Bir başka yerde “Kediler sırf uykunun keyfine varsınlar diye uyurlar,” diye iddia ediyor. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Bu, uykunun keyfine varmak, kedilerden öğrendiğim en önemli şeydir. Uykum geldiği zaman, saat kaç olursa olsun uyurum ve uykuyu boşuna harcanmış zaman olarak düşünmem. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>Feylesofların kedilerle uğraşması her zaman kedilerin hayrına olmamıştır. Hayvanların bir tür makine olduğunu savunan Fransız düşünür René Descartes (1596-1650) bir kediyi pencereden dışarı savurmuş ve dehşet içindeki hayvanın çığlıklarını mekanik bir tepki olarak tarif etmişti. Kedinin Descartes’ı pencereden aşağı atıp çığlıklarını değerlendirmeye tabi tutmasını tercih ederdim. </span></span></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><span><span style="color: white;"><span>* Feline Philosophy: Cats and the Meaning of Life.<br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/kedigillerin-felsefesi-makale,9481.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com </a>==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></span></span></p>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-17509957944082081072020-10-27T10:34:00.003+03:002020-11-15T10:42:31.943+03:00Sulu bir yazı<div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hasta oluyorum galiba, diye düşündüm.</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Biraz ateşim vardı ve kendimi bitkin hissediyordum.
Saat yediyi biraz geçiyordu. Yeni karanlık olmuştu. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dokuza kadar
televizyonda bir şeyler izlerim sonra kalkıp yatarım, diye içimden
geçirdim, şimdi yatarsam saat üçte uyanırım ve horozların kalkmasını
beklerim. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hasta oluyorum galiba diye düşünmem saçma, çünkü galibasız hastaydım. İki eski hastalığım, vertigo ve gut, bir gün ara ile ziyaretime
gelmişlerdi.
Bu iki esen olmama durumu, aldığım ilaç, keyifsizlik aklımı bulandırmış;
beni dibelik mannos etmişti. Yani iyice aptallaştırmıştı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Tarkovsky
izleyecek durumda değildim. Mümkün olduğu kadar beyin enerjisi sarfiyatı
gerektirmeyecek bir film aradım ve Harry Potter’dan önceki sihirbazları
hikâye eden bir film buldum. Ama o kadar kötü, o kadar aptalca idi ki
beş on dakika izledikten sonra ateşim tırmandı ve bitkinliğim arttı gibi
geldi bana. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Sabahleyin uyanmalarını bekleyeceğimden korktuğum horozlar uykuya
çekilmeden (ve acı çekerek) yukarı çıktım ve yatağa devrildim. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Böyle ateşli hâllerde uykumda veya uyku aralarında saçma sapan
düşünceler gelir aklıma veya acayip rüyalar görürüm.
Bu defa konu su idi.
Su kokusuz ve tatsız bir sıvı olarak tarif edilir ya. Buna itirazım
vardı.
Siz ne diyorsunuz yahu, dedim toplanan kalabalığa.
Kürsü olsaydı yumruklayabilirdim.
Ne demek tatsız ve renksiz? Bin kişi çağırın. En küçük yaştan moruğuna.
Gözlerini bağlayın. Her birinin ağzına birer kaşık su verin. Bu nedir
diye sorun. Bakın bakalım hepsi “su” demeyecek mi? Hepsi su demezse
gelin şu sol ayağımın gutlu başparmağına basın.
Tadı olmasa su olduğunu nereden anlayacaklardı? </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Deniz suyu tuzlu sudur. Tatlı su ise... Sudur işte. Su tadındaki su!
Rengine gelince... (Buraya gelince sustum ve etrafı alaycı ve küçümseyen
bir gülümseyişle süzdüm.) Su su rengindedir, arkadaşlar! </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İtirazlar geldi ve onlara cevap vermek oldukça vaktimi aldı ve galiba
beni epeyce yordu. Bir ara uyandığımda tişörtüm subbasucuk olmuştu ...
Sırılsıklam yani. Çıkarıp attım ve yenisini giydim. Sabahleyin elime
aldığımda hâlâ ıslaktı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yatağa aklımda bir soru ile döndüm. Rüya ne kadar devam eder? Real time
mıdır? Yoksa pszzt diye geçer de biz onun gerçek hayattaki olayların
sürdüğü kadar sürdüğünü mü sanırız? </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Uyuyunca su tartışmasındaki kalabalığı bulamadım ve rüya hakkındaki
sorumu unuttum. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Uyandığımda güneşi yatağın yattığım tarafına vurur buldum. Namsiyeye,
yani cibinliğe, pencerede asılı prizmadan gelen renkler vuruyordu.
Saat dokuza geliyordu. Rekor bir uyku uyumuştum. Ateşim falan kalmamıştı
ve kendimi bitkin hissetmiyordum. Ama ne de dişlerimi fırçalar
fırçalamaz bir yarı maraton koşacak kadar dinç.
Her zamanki gibi işte: İçgüveyisinden hâllice. Artı gut. Artı vertigo.
Ve artı suya tadını ve rengini teslim etmiş olmanın gönül rahatlığı… <br /></span></span></span><div><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><br /><a href="http://www.diyaloggazetesi.com">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></div></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-58472757730367748642020-10-17T10:43:00.002+03:002020-11-15T10:48:34.554+03:00İncir ağacı<div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hiçbir şeye güvenemezsin. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bunu bütün bitkiler gibi incir ağacı da biliyor.
İncirin içinde yüzlerce tohum olması bu nedenledir.
Ağaçta onlarca incir, her bir incirin içinde yüzlerce tohum. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İncir ağacı yukarı doğru büyüyor, meyveleri kuşlara daha yakın olsun,
onları daha kolay görsünler ve yesinler ve tohumlarını saçsınlar, başka
yerlerin de inciri olsun diye.
(Bahçemde şu anda incir veren iki ağacın ikisi de kendiliğinden çıktı,
kim bilir nerede yaşayan başka incirlerin buraya düşen tohumlarından.
Keşke bilebilsem.) </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İncir ağacı hiçbir şeye güvenilemeyeceğini biliyor, bu nedenle
incirlerinin hepsini aynı gün olgunlaştırmıyor.
Her gün beş-altı tane veya on-on iki tane ki - kuşlara ve onu seven
tarla fareleri gibi diğer yaratıklara -meyvelerini bir günde değil
birkaç ay yedirsin ve tohumlarının ağaç olma şansı artsın diye. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hepsi bu kadar değil:
İncir ağaçlarının etrafında, ayın dünyanın etrafında döndüğü gibi
dönerek incir topluyorum. Evde başkası varsa, bazı incirleri yerken
bazılarını – çoğunu – eve götürüyorum ve bir tabağın içine koyuyorum ve
mutfakta görülebilecek bir yerde bırakıyorum.
Bazen olgunlaşmaya yeni başlamış incirleri de koparıyorum dalından. Bu
irileşmiş ama daha sert olan incirleri mutfak bankosunun üzerine
sıralıyorum. Ters döndürülmüş, koni biçimindeki ucu sivri topaç gibi
duruyorlar orada. Birkaç gün içinde olgunlaşıyorlar, yumuşuyorlar ve
yenecek kıvama geliyorlar. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Demek ki incirin olgunlaşma sürecini tamamlaması için ağaçtan talimat
alması veya sapının ekli olduğu daldan kendini doyurmasına gerek yok.
İncir ağaçtan bağımsız olarak da olgunlaşma yolculuğunu
tamamlayabiliyor. İncir otonom veya özerk. Aynı veya ayrı bir yasaya
bağlı olarak kendi kendini yönetme yeteneğine sahip. Belki bu yeteneğe onu doğuran ağaca bile tam güven olunamayacağı için
sahip kılındı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bu dünyayı yaratan da bu dünyada hiçbir şeye güvenilemeyeceğini bildiği
içindir ki bütün bitkilere onlarca, binlerce, milyonlarca tohum yapma
özelliği verdi. Çoğalmaya mümkün olduğu kadar şans tanımak için.
Tanrı da biliyor kendi yarattığı dünyada hiçbir şeye güvenilemeyeceğini.
Bu nedenle bir değil milyarlarca galaksi, bir değil milyarlarca gezegen
var. Birinde insan diye bir yaratık evrilir, milyarlarca yıllık ekolojik
mirası birkaç nesilde yok eder, çöle çevirirse kâinat bahçesiz kalmasın
diye.<br /></span></span></span><div><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/incir-agaci-makale,9436.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></div></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-68163309494535276762020-10-15T11:10:00.002+03:002020-11-15T11:19:49.018+03:00Dokunduğu her şey daha çok oluyor <div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İstanbul’da fırtına alarmı verilmiş.Taşan
yağmur suları, direk deviren rüzgârlar, dolu bekleniyormuş. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Belki bize de geliyor,” diyor arkadaşım. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Başımı kaldırınca bulutsuz, içine süt katılmış gibi maviliği azalmış bir
gök görüyorum. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Gelmez.” </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Oysa neredeyse Ekim’in ortasındayız. Sıcak var bulut yok. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Karnım tok sırtım pek eve dönünce önce aldıklarımı mutfağa taşıyorum:
Trodos suyu, Girit zeytinyağı, babutsa, hurma, zeytinyağlı dolma, köfte,
portakal suyu, susam dahil kahvaltılık karışık tohumlar, şarap ve
pumpernickel ekmeği. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hepsini yerleştirinceye kadar kan ter içinde kalıyorum. Islak gömleğimi
çıkarıyorum, vantilatörün önüne yıkılıyorum.
Bu sıcak sonunda hepimizi ortadan kaldıracak. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü’nü Louise Glück adlı Amerikalı şair almış. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Adını daha önce duymamıştım.
İnternette şiirlerini buluyorum. Bir tanesinin adı - 2004 tarihli - Ekim
(1. Bölüm).
Bizim adada yazılmadığı belli: </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“<i>Gene kış mı geldi, gene soğuk mu oldu,</i>”
diye başlıyor. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Devamını okuyorum ama şairin ne demek istediğini anlamıyorum.
İngilizce şiirleri anlamıyorum çoğunlukla, orada ortaya çıkıyor
İngilizce bilmekle İngiliz veya Amerikalı olmamanın farkı. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dış İlişkiler
ve Diploması yerine İngiliz Edebiyatı okumalıydım, ilk niyetim de oydu
ama olmadı, gerçekleşmeyen birçok niyet gibi. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Glück 77 yaşında imiş ve yeni şiir kitabı yaşlanmaya dair olacakmış.
Yaşlanmayı “dökülmek” ve “başa çıkma yeteneğinin kaybı” olarak tarif
etti bir gazeteciye, “güvendiğiniz fiziki zarafet, güç, zihinsel
çeviklik gibi özelliklerin tehlikeye düşmesi veya tehdit altında olması”
durumu. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">En iyisi yukarı çıkıp klimayı açayım ve uyuyayım. Uyanınca, hava
serinlemişse yürüyüşe giderim. Serinlememişse bahçede incir toplarım. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Küresel ısınma pokerde kartların karıştırılıp yeniden dağıtılması gibi.
Bana nasıl bir kâğıt gelecek, sana nasıl, ona nasıl? Ne gelirse gelsin
hiç kimsenin önüne bir önceki eller gelmeyecek. Herkese kötü kartlar
gelecek. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Şimdi bunları düşünme.
Her şey geride kaldı, her şeyin geride kaldığını düşünecek bol zaman
hariç. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Gözlerim de bozuldu. Eskisi kadar çok kitap okuyamıyorum. Sayfaların
üzerine bulutlar iniyor, İstanbul’a dolu yağdıran, taşıran, rüzgârla bir
olup direkleri deviren bulutlar gibi. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Tanrı serveti eşit dağıtmaz, dertleri eşit dağıtır.”
Başucumdaki deftere böyle yazmışım. Ben mi düşündüm bunu, yoksa düşünmüş
olan birisinden mi kopyaladım? Hatırlamıyorum. </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> </span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hatırlamamak. Bu da başka bir dert.
Ya bunun yazarı?
“Dokunduğu her şey daha çok oluyor.”
Kimdi acaba bu kişi?
Ben olmadığım kesin. Bankadaki paramdan başlayarak, dokunduğum herhangi
bir şeyin daha çok olduğunu hatırlamıyorum.
İyi de kimdi?
Ben miyim onu tanıyan yoksa bir başkası mı onun hakkındaki bu gözlemi
yapan? <br /><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/dokundugu-her-sey-daha-cok-oluyor-makale,9429.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><br /></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-51842203043100290812020-10-10T10:49:00.003+03:002020-11-15T10:57:08.511+03:00Kurak bir ayda yağmur bekleyen yaşlı bir adamım <p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bahçede oturuyorum ve rüzgârın salladığı
ağaçları seyrediyorum. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Beni bu rüzgâr kandırdı da bahçeye çıktım. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hava serinledi, sonbahar nihayet geldi sandım. Ama serinlemedi. Rüzgâr
sallıyor ama serinletmiyor. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Düzenli sulanmayan ağaçlarda Nisan’dan bu yana süren yağmursuzluğun
yaprak yorgunluğunu görüyorum, savaşın yerinden ettiği göçmen çocuklar
gibi aç ve bitkindirler ve omuzları düşük. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Benim de. Benim de omuzlarım düşük. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Artık adada yazı üç değil dört ay olarak saymalıyız. Haziran, Temmuz,
Ağustos, Eylül. Yoksa buna Ekim’i de mi katacağız? </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Aklıma T. S. Eliott’un (1888-1965) Gerontion adlı şiirinin ilk iki
satırı geliyor: </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Here I am, an old man in a dry month, </i><i> </i></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Being read to by a boy, waiting for rain.</i> </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Buradayım işte, yaşlı bir adam, bir oğlanın ona kitap okuduğu, </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Kuru bir ayda yağmur bekliyorum. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bana kitap mitap okuyan biri yok ama neredeyse onun kadar yaşlıyım, eğer
Elliot’un yağmur bekleyen kişisi kendisi ise. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yağmur arzum ise onunkinden fazla olmalı.
Bu çölleşen adada yağmur beklemediğim ay yok çünkü.</span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Toprak susuz kalınca
benim de ağzım kuruyor, ruhum yaprak düşürmeye başlıyor. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Şiirin başında Shakespeare’in (1564-1616) bir oyunundan bir alıntı var: </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Thou hast nor youth nor age </i></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>But as it were an after dinner sleep </i></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Dreaming of both. </i></span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Senin ne gençliğin ne de yaşlılığın var </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ama sanki, bir yemek sonrası uykusunda gibi, </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Her ikisinin de rüyasını görüyorsun </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ben de. Ben de ne biri ne de diğeriyim ve her ikisinin rüyasını
görüyorum.
Ama şu anda uyanığım. Gözlerim açık, yavaş yavaş Venüs’e dönüşmekte olan
bir gezegenin kâbusunu görüyorum. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Geceleyin serin oysa, hatta sabaha karşı soğuk. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dağa bakan pencereleri
kapattım dün gece yatmadan önce. Sabah da kışlık yorganı sandıktan
çıkardım.</span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Gecenin serinliği gündüz de devam edecek beklentisiyle bahçede çalışmak
için iş elbiselerimi giydim, ama güneş yakıyor. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Çevremdeki ağaçların üç-dört tanesi dışında hepsini ben diktim. O
üç-dört ağacın ikisi servi, diğer ikisi badem. Hepsi de yüz yaşını
çoktan devirdi. Serviler belki iki yüz yaşını. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bazen artık uğraşma bu bahçe ile, diyorum. Bırak mevsimlerle senin
yardımın olmadan boğuşsunlar, toprak onlara ne verebiliyorsa onunla
yetinsinler. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ama yeşil açgözlülüğüm aşırı. Bahçede olmayan ağaçlar
alıyorum, düzenli bakılmazsa onlar çarçabuk kurur. Meyve ağaçları da,
belki incir hariç.
Bir de ben. Ben de kururum. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İşte sıcağa yenildim ve içeri döndüm.
Vantilatörü açtım ve önüne oturdum. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yardımcım mutfağı temizliyor ve evine haciz konulup sokağa atılan
komşusunun hâllerini anlatıyor. Kocası hasta. Ada dışarıdan gelenlere
kapatıldığı, işçiler memleketlerine döndükleri için çocuklarının işi
azaldı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Gene de şükür, hiç olmazsa harçlıklarını çıkarıyorlar,” diyor. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><i>Thoughts of a dry brain in a dry season.
</i> </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Kuru bir beynin kuru bir mevsimde düşünceleri, diye bitiyor Elliot’un
şiiri.
Benim de yazım.<br /></span></span></span></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/kurak-bir-ayda-yagmur-bekleyen-yasli-bir-adamim-makale,9409.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br /><br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-67086111476735875742020-09-26T10:58:00.003+03:002020-11-15T11:07:13.338+03:00Hep aynı şeydir dönüp dolaşıp gelen <p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Uyandığımda oda güneşsizdi. Ya güneş daha
doğmamıştı ya da hava kapalıydı.
Uzanıp baktığım saat onu on geçeyi gösterdi.
“Sen uyku şişkosusun, oğlum,” dedim kendi kendime, şımarık bir
esnemeyle. “Uyku tiryakisi.” </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Pencereleri açtım. Geceleyin biraz yağmur yağmıştı. Rüzgâr dalları
sallıyordu. Havada ıslak bitki kokusu vardı.
Ağaçların arkasında yatan denizde kabarık olduğu zaman görülen beyaz
çizgiler vardı. Dağın üzerinde bulutlar bir randevuya gecikmiş gibi
doğuya koşuyordu. Belki gene yağacaktı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Kahvaltı ederken İstanbul’dan arkadaşım aradı.
Dedi ki: “Beklenen korkunç hava geldi. Geceden beri müthiş yağıyor ve
her an kara çevirebilir. Soğuk, çoook soğuk. Bırrrrr... Bugün evden
çıkmayacağım.” </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dedim ki: “Başını pencereden dışarı çıkarıp üfle, yağmur biraz da bizim
tarafa gelsin.” </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Kahvaltımı bitirince çizmelerimi giydim ve arabaya atlayıp kaplumbağa
sahiline yürüyüşe gittim.
Güneş görünüp kayboluyor, ışık azalıp çoğalıyor. Güneş sadece dünyayı
aydınlatmaz. Işık azalınca benim de içimde bir şey azalıyor. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Kayaların üstünde, elinde kamış, kıpırtısız bir balıkçı duruyor. Bin
sene önce burada olsaydım aynı manzarayı görebilirdim.
İnsanın bu balıkçı gibi kıpırdamadan durması için ya avcı ya da av
olması lazım. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hareketsiz durma uzmanı hayvanlardır. Onların hayatı hem
av hem avcı olmakla geçer. İnsanlar için her iki durum da artık ender
olduğu için onlar hep kıpır kıpır ve sinirli. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Deniz kaplumbağalarının yazın yumurtalarını gömdükleri yerlerde düzgün
çukurlar vardı. Yavrular yumurtalarından çoktan çıkıp denize
koşmuşlardı.
Kum zambakları tohum torbalarını açmaya, katran karası tohumlarını
kumların üzerine dökmeye başlamıştı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dalgalara dönüp çarmıha gerilmiş İsa gibi kollarımı açtım ve derin nefes
aldım. Yüzüme minik su damlacıkları vurdu, gözlüklerim buğulandı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Deniz dağ gibi yekpare, sınırları belli değil, sürekli hareketli.
Kıyısında durduğunuzda canlı bir varlığın yanındaymışsınız gibi
hissedersiniz. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dalgalar dipten söktüğü kahverengi yosunları kıyıya yığıyordu.
Taşıdıkları köpükleri ıslak kumların üzerine bırakıp geri çekiliyor,
kabarcıklar, yeşil-mavi pırıltıyla kumun üzerinde köpürmeye devam
ediyordu. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Sert, canlandırıcı rüzgârı yüzümde hissederek, koyun ucuna doğru
ilerledim. Kumların üzerinde, yan yana, köpek patilerinin ve çıplak
ayakla yürümüş birinin ayak izleri vardı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Güzellik her zaman seni geri çağırır, çirkinlik hep iter.
Güzelliğe alışmak, hatta ona karşı duyarsızlaşmak mümkündür ama
çirkinliğe alışamazsınız. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Sahil denizden gelen plastik pisliklerle doluydu.
Kirletilmişliğine rağmen orada bulunmaktan dolayı coşkuluydum. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Zamanın
başlangıcından beri sesi hiç değişmemiş, bütün hayatın kaynağı olan
denizin umurunda değildi pislik. Kıyısında dinozorlar, arkalarında kemik
bile bırakmadan yok olan, şekil ve şemailini hayal etmek bile mümkün
olmayan yaratıklar görmüştü. Karnında sayısız deniz yaratığı taşıyordu. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">İnsan da gelip geçecek, ilk saflığına ulaşan akarsularla beraber o da
tertemizliğine yeniden kavuşacaktı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Rüzgâr gücünü artırdı. Beni sallıyor, geri itiyor, yüzüme kum
savuruyordu. Uçup gitmemeleri için gözlüklerimi parmağımla burnuma
bastırdım. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Arabaya dönüp direksiyona geçtim ve karşıya baktım. Dalgalar daha da
azmıştı. Deniz boştu. Karşıda, Torosların yönünde, bulutlar gökyüzüne
çakılmış gibi duruyordu.
Karnım acıkmıştı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Eve gitmeden önce bir kebapçıya uğramaya karar verdim.
Garsonun gösterdiği küçük masaya oturdum.
Mutfağa giden kapı açıktı. Bir adam, çömelmiş, bulaşık makinesinin alt
bölmesindeki tabakları inceliyordu. Arkasında, elinde klipsli kâğıt
altlığı bulunan gözlüklü bir kadın duruyor, ciddi bir ifadeyle bir
şeyler yazıyordu.
Hamileliğinin son günlerinde, çiçekli elbise giyen bir kadın onlara
katıldı. Diz çökmüş adam, gülümseyerek ayağa kalkmak üzere yükselirken
başını çevirip bir an kulağını hamile kadının karnına dayadı.
Gülüştüler. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Hep aynı şeydir dönüp dolaşıp gelen. Mezarlıktaki ölü de benim, doğmamış
çocuk da. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">(4 Aralık 2012 tarihli notlarımdan)<br /></span></span></span></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><br /><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/hep-ayni-seydir-donup-dolasip-gelen-makale,9355.html" target="_blank">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Diyalog Gazetesi</span></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-22548770340684058712020-09-24T20:17:00.004+03:002020-11-15T10:33:34.038+03:00Dondurma ve hellimli <p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Köydeki bakkalda para ödemeye çalışırken
iki çocuk yaklaştı ve yanımda sıraya girdi. Bir kız ve bir oğlan.
Kız 5-6, oğlan 3-4 yaşlarında olmalı. Kızın bir elinde bir külah
dondurma diğerinde bir banknot vardı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Dondurma kaç para?” diye sordu külahı bakkala göstererek. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"> “Beş lira.” </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Banknotu gösterdi. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“Bu ne kadar?” </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">“On lira.” </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Kız, yüzünde biraz endişeli bir ifade, oğlanı elinden tutup dondurma
buzluğuna gitti. Orada, dudakları kıpırdayarak, baş parmağını sıra ile
diğer parmaklarına dokundurup saydı ve başını salladı.
“Tamam,” dedi oğlana. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Buzluğun kapağını açtı ve bir dondurma daha aldı. Her birinin elinde bir
külah bakkalın tezgâhına yaklaştılar. Kız konuşmadan on liralık
banknotu tezgâha bıraktı. Elini kardeşinin omzuna koydu. Dışarı
çıktılar. Sağa sola bakarak karşıya geçtiler ve kaldırımdaki banklardan
birine oturup külahın çevresindeki kâğıdı soymaya koyuldular. İkisinin
de ayakları yere değmiyordu. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bakkala un almaya gitmiştim. Bir arkadaşım Selim’le bana hellimli kek
yapmaya gelmişti. Evdeki un az gelmişti. “Kek unu alacaksın,” diye sıkı
sıkı tembihlenerek yollanmıştım. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Dönünce ona yardım ettim. Yumurtaları çırptım. Üzerine süt dökülünce onu
da çırptım. Ardından bir tabak rendelenmiş hellim geldi, onu da. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ben
karıştırırken arkadaşım süzgeçten geçirerek un döktü. Karışım iyice
yoğunlaştı. Taze ve kuru nane kattıktan sonra hamuru siniye yayıp fırına
koydu.
Oturup beklemeye başladık. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Çoktan beri istiyordu canım hellimliyi.
Zaman geçti. Arkadaşım birkaç defa kontrol etti. “Bir türlü kızarmıyor,”
dedi. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Kalkıp bakınca turboyu açtığını ama ısıyı açmadığını gördüm.
Epeyce güldük.
Sonunda hellimli nar gibi kızardı. Siniyi ocaktan çıkarttım. Ortalığı
nane, hellim ve yumurta kokusu kapladı.
Biraz beklettikten sonra arkadaşım bana kocaman bir parça kesti. Sonra
bir parça daha ve bir parça daha. Parçalar gittikçe küçülüyordu.</span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ozanköy’de yaşamaya başlayıncaya kadar patatesli yumurta dışında hiç
yemek yapmamıştım.
Arkadaşlarımın eşlerinden tarif alarak yemek pişirmeye başladım.
Her sorduğum yemek için kadınlar “Ooo, çok kolay,” diyorlardı ama bana
hiç de kolay gelmiyordu. Özellikle pirinç pilavı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Lezzetli yemek yapmayı öğrenmek birkaç yılımı aldı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Menümde fazla yemek yok: Birkaç çorba, baklagiller ve tazeden yapılan
musakkalar falan. Salata sadece başkası yaparsa yiyorum. Zeytinyağından
başka yağ kullanmıyorum ve hiç et pişirmiyorum. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Acayiptir. Yiyenler, özellikle benimle kalmaya geldiklerinde çocuklarım,
yemeklerimi beğeniyorlar ama ben kendi pişirdiklerimi pek sevmiyorum.
Sanki de içinde hep adını koyamadığım bir eksiklik var gibi geliyor
bana. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Yemek tek başına yaşamanın en tatsız tarafıdır. Bir kişi için yemek
yapmak ve tek başına yemek ne kolay ne de o kadar zevklidir.
Yemeklerimden tam zevk almamamın nedeni galiba bu. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Gece, yatmak için yukarı çıkmadan önce küçük bir parça daha hellimli
kestim. Aklıma dondurma alan çocuklar geldi. Parmakları ile sayıp
elindeki paranın iki dondurmaya yettiğini anlayınca kızın yüzünde
beliren rahatlamayı anımsadım.
Ne güzel bir ikili idiler! Ve dondurmaları onları ne kadar mutlu
etmişti!<br /></span></span></span></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><a href="http://www.diyaloggazetesi.com">www.diyaloggazetesi.com</a> ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ</span></span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Diyalog Gazetesi</span></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-1314231649354231753.post-83082139081161578252020-09-19T08:43:00.008+03:002020-11-23T08:54:02.624+03:00Venüs’te hayat <p style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"></span></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: small;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf9mZV1EIkfM98dJ3FXAeuuq082DVy1fokhtTRAekPX90-QC9zEU_mSLIQ5cwSp6kOyvun2N8LzNTqDSDAXB9XNGd2erkR9nqSoIs66UU10z808PgUGRLLW3n4sFZnSH-zXmNlcQLlEDQ/s596/mm.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="262" data-original-width="596" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf9mZV1EIkfM98dJ3FXAeuuq082DVy1fokhtTRAekPX90-QC9zEU_mSLIQ5cwSp6kOyvun2N8LzNTqDSDAXB9XNGd2erkR9nqSoIs66UU10z808PgUGRLLW3n4sFZnSH-zXmNlcQLlEDQ/s320/mm.jpg" width="320" /></a></span></div><span style="font-size: small;"><span style="color: white;"><span style="font-family: verdana;">İnsanoğlu on yıllardan beri değişik yöntemlerle uzayda canlı arıyor. </span></span></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bu yöntemlerinden biri teleskoplarla gezegenlerin ve ayların
atmosferinde biomarker, biyolojik emare aramaktır. Biomarker’ler
canlılar tarafından üretilen moleküller, gazlar vesairedir. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bundan birkaç gün önce bir grup Galli ve Amerikan bilim insanı Venüs’ü
çevreleyen kalın bulut tabakasında böyle bir gaz bulduklarını
açıkladılar.
Bu gazın adı oksijensiz ortamlarda yaşayan hayat türlerinden biri olan
fosfin’dir. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Fosfin üç hidrojen molekülü üzerine oturan bir fosfor molekülünden
mürekkep, sarımsak kokulu ve çok zehirli bir bileşimdir. Kimyasal silah
yapımında, zirai ilaçlarda kullanılıyor. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Fosfin’in varlığı Venüs’ün bulutlarında canlı bir şeylerin olduğuna
işaret ediyor. Denizde bir güvercine rastlamanın yakınlarda kara
olduğuna işaret etmesi gibi.
Bu hayat türünün Venüs atmosferindeki kimyasalların veya başka cansız
bileşimlerin ürünü olması da mümkündür. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ama keşfi yapan bilim insanları
bu olasılıkların her birini ayrı ayrı teste tabi tuttuklarını,
hiçbirinin Venüs’te bulunmadığını söylüyor.
Onlara göre tek açıklama bu molekülün bir canlı tarafından
üretildiğidir. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Tabii, bilimcilerin varlığından haberdar olmadıkları kimyasal olgular
olabilir ve Venüs bulutlarındaki “hayat emaresi” bunların bir ürünü de
olabilir. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Ama bu bulununcaya kadar şuna inanmak mümkündür: Kâinatta dünyadan başka
bir yerde de hayat var ve o bulundu.
Yani yalnız değiliz!
Her ne kadar bulunan canlı ancak mikroskopla görülecek kadar ufak,
olağanüstü kötü kokan ve zehirli ve korkunç derecede sıkıcı bir yaşam
süren minik bir şey olsa da. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Güneş sistemindeki sekiz uydudan biri olan Venüs evrende dünyaya en
yakın olan ve ona en çok benzeyen gezegendir.
Venüs, veya Akşam Yıldızı, dünyadan görülen gök cisimlerinin en
güzellerinden biridir.
Bazılarının “dünyanın ikizi” olarak adlandırdığı gezegen aşağı yukarı
yeryüzü büyüklüğündedir. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Bazı bilim insanları Venüs’ün bir zamanlar
hayat için müsait okyanuslar ve atmosfere sahip olduğuna inanıyor. Bir
milyar yıl kadar önce sera gazları bu vahayı cehenneme çevirdi. Bugün
karbondioksit gazı tarafından boğulan bir atmosfere sahip. Yüzey ısısı
ortalama 465 santigrat derecedir. Basınç dünyadakinin 90 mislidir.
Çevresinde 100 kilometre kalınlığında bir bulut tabakası vardır.
Gezegen metalleri yutuyor ve yüzeyine inen uzay araçlarını birkaç dakika
içinde eritip eziyor. Venüs’ün kendisi fırın gibi iken gezegenin 60
kilometre yukarısındaki bulut tabakasında ısı 30 dereceye düşer ve
basınç dünyadaki düzeye gelir. Bunlara dayanarak yarım yüzyıl önce bazı
astronomlar orada hayat olabileceğini savunmuşlardı. </span></span></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;">Eğer fosfin’ler gerçekten canlılar tarafından üretilmişse, hangi
canlılar tarafından? Bu canlılar cehennem gibi sıcak bir gezegende nasıl
üreyebildi ve bulutların arasında nasıl yaşayabiliyor? Bizim gibi
DNA’ya mı yoksa tamamen değişik bir yapıya mı sahipler?
Bu soruların cevabı bilinmiyor. Ama çok zaman geçmeden muhakkak oraya
uydular gönderilecek ve insanın çok merak ettiği sorulardan birinin
cevabı kesinleşecek.<br /></span></span></span></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: verdana;"><a href="http://www.diyaloggazetesi.com">www.diyaloggazetesi.com</a><a href="https://www.diyaloggazetesi.com/venuste-hayat-makale,9326.html" target="_blank"> </a>==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ<br />Diyalog Gazetesi</span></span></span></div>pinhanhttp://www.blogger.com/profile/12964572806282265051noreply@blogger.com