14 Şubat 2017 Salı
Merhaba bay karayılan
11 Şubat 2017 Cumartesi
Ağaçların gizli kardeşliği
Ağaçlar bu alışverişi ya köklerini insanların elektrik sistemleri gibi enterkonnekte hale getirerek yapıyorlar. Ya da gıda alışverişi için yer altında yaşayan mantar ağlarını kullanıyorlar.
Mantar, ağaçlara bu iyiliği bedava yapmaz. Bir ağaçtan diğerine besin taşırken kendini de doyurur.
İsviçre’de neredeyse 490 bin metrekareye yayılmış, bin yaşında bir mantar var. Amerika’nın Oregon eyaletindeki mantarın büyüklüğü, 800 bin metrekare, ağırlığı 660 ton ve yaşı tahminen 2,200’dür. Bu mantar dünyadaki en büyük canlı organizmadır.
Wohlleben gezdiği bir ormanda dört veya beş yüz yıl önce kesilmiş dev kayının çotuğunun ( toprağın üstündeki bölümünün) diğer ağaçlardan aldığı besinle canlı kaldığını yazar.
Aynı cinsin ağaçları – arasında gezdiğim çamlar, mesela – kök sistemleri aracılığıyla birbirine bağlıdır.
9 Şubat 2017 Perşembe
Dünyanın en iyi omleti
Ozanköy
Dünyanın en iyi omletini keşfetmiş olabilir miyim?
Kişinin kendi lehine verdiği şahadetin bir değeri yoksa da, evet diye cevaplayacağım bu soruyu.
Kendimi dünyanın en iyi omletinin kaşifi ilan ediyorum.
Az sonra tarifini vereceğim.
Eğer benimkinden iyisini bulan varsa ona şapkamı çıkarmaya ve tahtımdan lehine feragat etmeye hazırım.
Adaya yerleştikten sonra öğrendiğim en önemli ikinci şey; eğer acele tarafından yemek yapmasını öğrenmezsem açlıktan ölmemin uzak olmadığı oldu. Lokantada tek başıma yemek yemek veya take-away getirtmek bana göre değildi.
Arkadaşlarıma ve arkadaşlarımın eşlerine sorarak yemek yapmanın sırlarına erişmeye giriştim.
Bazen yüz yüze mülakatlarla, bazen maille veya telefonla yemek tarifi aldım.
Her seferinde, sorduğum her yemeğin “çok kolay” olduğu söylendi bana. Ama o güne kadar mutfakta pek mesai harcamamış birisi olarak hiçbir yemek kolay gelmedi bana.
Yemek tarifi almakla yemek yapmanın aynı şeyler olmadığını öğrendim.
Bir kişilik yemek için on kişilik alışveriş yapılmaması gerektiğini öğrendim.
En iyi yemeğin en kaliteli malzeme ile yapıldığını öğrendim.
Doğru dürüst pilav yapabilmem için bir yıl geçmesi gerekti.
Bir defasında yaptığım sütlaca oğlum Selim şu tepkiyi verdi: “Baba sen sütlaç yapmamışsın. Sütlü pilav yapmışsın.”
Kızım Sara ise, yanımda olduğu zamanlarda balık çorbası yapmayacağıma dair yazılı teminat vermezsem bir daha Ozanköy’e gelmeyeceğini söyledi.
Tanrı’ya şükürler olsun ki o günler geride kaldı. Repertuarım kısıtlı olmakla beraber nefis yemekler yapıyorum artık. Pilavlarım pilav tarihine geçecek lezzette. Börek bile yapabiliyorum. Ablam son ziyaretime geldiğinde öğrendim.
Ammmaaa...
En popüler yemeğim omlet. Onun da fikir babası ziyaretime gelen bir arkadaşım. Ama o omletini manavdan alınan yeşilliklerle yapıyordu. Benimkinde ise yumurta hariç, bütün girdiler bahçemden.
İşte listesi:
2. Biberiye çiçeği,
3. Taze nane yaprağı,
4. Dağ kekiği filizi,
5. Maydanoz,
6. Kişniş,
7. Kereviz yaprağı,
8. Taze soğan,
9. Domates,
10. Tam yağlı beyazpeynir.
Mevsim değişince girdiler de değişiyor. Sanırım birkaç hafta sonra çitlemit ağacı filizi de omletin içine girecek. Birkaç ay sonra ise gül.
Son zamanlarda tanıdığım kadınların hemen hemen hepsi yemek yapmasını bilmiyor. Büyük, düş kırıcı bir eksiklik.
Herkes yemek yapmasını bilmeli. Bir masanın çevresinde yenilen yemekten daha keyifli az şey var. Kutulardan yenen take-away yemekler, nereden gelirse gelsin aynı zevki vermez diyeceğim ama benim için cehennemin ilk basamağıdır desem daha doğru olur.
Yemek yapmayı öğrendiğim için mutluyum. Sadece bana değil başkalarına da zevk veren bir uğraş olması mesainin keyfini artırıyor.
Az daha unutuyordum.
Adaya yerleşip tek başıma yaşamaya başladıktan sonra öğrendiğim en önemli birinci şey, ev kadınlığının ne kadar zor bir iş olduğu oldu. Ve kadınlara, özellikle annelere saygım arttı.
4 Şubat 2017 Cumartesi
Patika
İnsanların yaptığı ilk yollar patikalardır.
Evden tarlaya, tarladan ormana, ormandan başka bir köye ve geriye.
Patikalar bir yerden bir yere gitmenin en kısa değil, en kolay yoludur.
Düzlükten dağa tırmanan patika düz değildir, sürekli bir sağa bir sola giderek yolu uzatır, ama çıkışı kolaylaştırır.
Bazı patikalar, bir ayağı diğerinin önüne koyacak genişliktedir. Bazıları katır veya eşek gibi yük hayvanlarının geçeceği genişlikte. Bazıları daha da büyür, at arabaları, kağnılar, ordular, kervanlar, kalabalıklar için, toprak yol olur.
Zaman geçer, toprak yol asfalt olur, asfalt otoyol olur, otoyol genişler şerit şerit olur, insanı arabasıyla yutar.
Ama oralardan uzak duralım.
Ayakkabılarımızı tozlatan patikalardan, toprak yollardan uzaklaşmayalım.
İnsanın ayağı olduğundan beri patika vardır.
Başlangıç tarihi belli değil.
Patikadan yola ilk geçenler, dünyanın ilk büyük imparatorluğunu kuran Romalılardır.
Tarlaya, pazara, iş yerine, okula, bir sonraki köye, camiye veya kiliseye, dağlarda gizli manastırlara giden patikalar var. Keçi, yak çobanlarının açtığı patikalar var.
İngiltere’de mezarlığı olmayan köylerden, mezarlığı olan köylere tabutların taşındığı “ceset patikaları” varmış.
El Camino Santiago, kuzey doğu İspanya’da kilometrelerce uzunluktaki bir Hristiyan hac patikasıdır. 2014’te üzerinden iki yüz bin civarında yolcu geçmiş.
Britanya Adaları bir patikalar cennetidir.
Adanın bir ucundan diğer ucuna sadece patika, at biniş yolları ve tali yollardan yürünebileceği söylenir. Tarihten gelen, right of way (yol hakkı) diye bilinen bir hak, yürüyüşçülerin hem kamu hem özel mülkten geçişini yasal güvence altına alır.
*
Yeni bir patika açmak için bir yerden bir yere giderken aynı hattı izlemek yeter. Toprak zorluk çıkarmaz. Üzerine basılan yerdeki bitkiler zamanla yok olur. Toprak sertleşir. Tohumun sert toprağa nüfuz edip filizlenmesi kolay olmadığı için orada ot çayır çıkmamaya başlar veya çıkarsa cılız olur. Basıla basıla taşlar yere gömülür.
Bu konuda biraz deneyimliyim: Evimin içinde bulunduğu arazide yürürken açtığım bir patika var.
Patikalarda sayısız ayağın hikâyesi var. Hiçbir zaman yazılmayacak hikâyelerdir bunlar.
Dünya da böyle değil mi?
İnsan kendine hayatta bir patika açar, uzun kısa, geniş dar, dağda veya düzlükte, kolay veya zor, orada ilerler, bazen geriler. Bazen patikası başkalarınınki ile kesişir. Bazen patikasını bir başkasıyla veya başkalarıyla paylaşır.
Sonra göçer, gider.
İzi kaybolur.
Patikayı başka ayaklara bırakır.
2 Şubat 2017 Perşembe
Nasıl iyi olunur, olmalı mı, neden?
Bir arkadaşım yazdığı mailde böyle diyordu.
Bulduğu hatalar, okumakta olduğu bir hukuk kitabındaydı. Hem tekil hem çoğul olan ‘evrak’a ‘evraklar’ denmesi özellikle tepesini attırıyordu.
“Nedeni mükemmellik geleneği olmaması,” diye cevap yazdım ona.
“Bir işi, o iş ne kadar gösterişsiz ve iddiasız olursa olsun, kusursuz yapmak ve bundan gurur duymak. Mükemmellik geleneği budur.
Bu hem kendine, hem işine, hem de başkalarına duyduğun saygı ile ilgilidir.
O yazım hataları en büyük yayınevlerinin bastığı en büyük yazarların kitaplarında da var.
İnsan bir işi iyi yapmayacaksa hiç yapmasın daha iyi.”
Mükemmellik bir uygarlık işidir.
Uygarlık da bir olgunlaşma işi.
İnsanlar olgunlaşırsa, mükemmel olur.
Uluslar olgunlaşırsa, uygar olur.
Ama galiba hem insanlar hem de uluslar için varılması olanaksız bir durumdur bu.
*
Küçük Prens adlı klasiğin yazarı Antoine de Saint Exupèry (1900-1944) “Sanırım, mükemmellik ekleyecek değil de çıkaracak bir şey kalmadığında meydana gelir,” der.
ABD’nin ilk maliye bakanı olan Alexander Hamilton’a göre (1757-1804) mükemmellik, mükemmel olan insanların işidir. “Hiçbir zaman, mükemmel olmayan birinden mükemmel bir iş beklemem,” der o da.
Mükemmelliğin ilk tarifini yapan Eski Yunan feylesoflarından Aristo’dur (MÖ 385-323).
Aristo’ya göre; “ O ki tamdır, kendinde var olması gereken bütün parçalara sahiptir, mükemmeldir. Bu tamlık o kadar eksiksizdir ki daha tam olamaz.”
Bu düzeye ulaşılabilineceğini sanmıyorum.
İsa’nın doğumundan 500 yıl önce yaşamış ve İsa gibi içinde yaşadığı toplum tarafından ölüme mahkûm edilmiş olan Sokrat şöyle der bu konuda: “Bilgi (yani mükemmellik) ya hiç elde edilemez ya da ölümden sonra elde edilir. Çünkü sadece ve sadece ölümden sonradır ki ruh gövdeden kurtularak yalnız başına kalır, kendi olur.”
*
İnsan doğduğunda mükemmeldir.
Yaşamı ise bu durumdan uzaklaşmakla geçer.
Hayatta insanı düzelten değil bozan bir şeyler var.
Vücut sürekli bakım ister, isteklerle, arzularla, ihtiraslarla doludur, talepleri insanı şaşırtır, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, önemliyi önemsizden ayırmasını zorlaştırır.
Bedeninin isteklerinin güdümündeki insan para, ün ve güç peşine takılır, iyi ve bilge olmayı arka plana iter veya tamamen unutur.
Buna karşı koyanlar da var ama başarı mümkün mü, emin değilim.
İsa’ya göre bir insanın mükemmel olup olmadığını belirleyen sahip olduğu veya yaptığı şeyler değil, ne olduğudur.
Ama bu ne nedir?
Eski Yunan felsefesi insanın mükemmelden çok iyi olması üzerinde duruyordu. Nasıl iyi olunur? Olmalı mı? Neden? Bu soruların cevabını araştıran birçok feylesof var.
Kendimi oldukça yakın hissettiğim Stoacılara göre mükemmellik, kişinin doğa, akıl ve hatta kendisiyle uyum içinde olmasıdır. Ve herkes böyle bir uyum durumuna varabilir.
Amerikan feylesof Eric Hoffer (1898 –1983) bu düşünceye katılmıyor. “Doğa mükemmelliğe ulaşır ama insan asla,” ona göre. “Mükemmel bir karınca, mükemmel bir arı vardır ama insan daima natamamdır Ne hayvan ne insan olarak tamamdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran, tedavisi olmayan bu natamamlıktır.”
Öyle midir acaba?
Arıların, karıncaların veya diğer canlı varlıkların mükemmel olup olmadıklarını bilmek mümkün değil. Onlar da canlı kalmak ve bir sonraki kuşağı yaratmak için sürekli bir çaba içindedirler ve belki bu çabanın bir diğer adı mükemmelliğe ulaşma mücadelesidir.
*
Mükemmellik; güzellik, cesaret, adalet, iyilik, gerçek ve bunlara benzer birçok sıfat gibi tanımlanamaz.
Ama karşılaşıldığında tanınır.