Ozanköy
Bir şey canlı canlı toprağa gömülmeyi seviyorsa, o şey tohumdur.
İnsanın hayatı toprakta sona erer. Tohumun hayatı toprakta başlar.
Dizlerimin üstünde, evin önündeki servi ağacından düşen tohumları ekiyorum.
Toprağı
biraz kazıp yumuşatıyorum. Tohumları parmaklarımın ucunda tutuyorum,
tuz serper gibi serpiyorum, üstünü görünmeyecek kadar toprakla
kapatıyorum.
“Hadi aslanlar göreyim sizi,” diyorum ve yapmaya değen bir şey yapmış olmanın memnuniyetiyle ayağa kalkıyorum.
Orman Dairesi’nin Lefkoşa’daki fidanlığına gitsem, bu servilerin bir veya iki yıllık olanlarını birkaç liraya alabilirim.
Ama o, evlat edinmek gibi olur, biraz. Tohumdan büyüyen ağaç daha gür olur. Daha az bakım ister.
“Eski toprağa ektiklerin / Bir yeni güçle göverdi gür"
Bahçedeki düzinelerce servi ağacı arasında en dinç ve mutlu olanlar kendiliğinden çıkanlardır.
Torbada
veya saksıda alınan fidan, dikildiği yerde kök salıp yaşamaya çalışmak
zorundadır. Yardım almadan bunu yapamaz. Kök sistemini yere yayıncaya
kadar bakım ve su ister.
Tohum ise bağımsız bir varlıktır.
İsterse çimlenir, istemezse çimlenmez, koşulların uygun olmasını bekler.
Toprağın
ısısını ve nemini, günün uzunluğunu ölçer, istediği koşulların hepsi
bir araya gelmişse “yumurtadan çıkar,” ne olacaksa olma işine koşulur.
Gelmemişse bekler. Gerekirse yıllarca, on yıllarca.
İnsan, toprağa uyumaya verilir, tohum ise uyanmaya.
Saksıda
ağaç, saksı ne kadar büyük olursa olsun, mutlu değildir. Kökleri, uzun
saçlarını çözmüş bir kadının saçları gibi salınmak ister ama salınamaz.
Saksının duvarlarına çarpar, hapishane avlusunda volta atan mahkûmlar
gibi saksının çevresinde çemberler meydana getirir.
Ağaç kökleri başka ağaçların köklerine yakın olsun ister.
Saksıda bitki, hücrede insan gibidir.
*
Tohum sessiz, kendini ilan etmeyen bir mucizedir.
İçindeki hücrelerde ağaç veya başka bir şey olmak için gerekli bilgilerin tamamı vardır. İlk aşamada, hangi hücre kök olup yere yayılacağını,
hangi hücre sap olup yeryüzüne çıkacağını bilir. Büyüme, hücrelerin
başka hücreler doğurması ile olur. Hücreler birbirine eklene
eklene olacaklarına varırlar – ağaç, çiçek, ot, mantar ve sayısız
başka şey.
İnsan toprakta uyurken topraktan aldıklarını verir, ufalır kaybolur; tohum uyanırken topraktan alır, ortaya çıkar.
*
Hava
güneşli. Önce fularımı çıkarıp bir dala asıyorum, sonra hırkamı,
ardından “Acaba tişörtü de çıkarsam mı?” diye kendime soruyorum ve
beş on dakika sonra soruya “evet” yanıtı veriyorum.
Portakal, mandalina ve mersinin olgunlaştığı bu ayda, havanın bu kadar sıcak olmaması lazım.
Karıncalar
ilkbahar geldi sanıp deliklerinden çıktılar. Yenidünya çiçeklerinde, bu
aylarda dinlenmeye çekilmişolmaları gereken arılar vızıldıyor.
Yolların
kenarından akan, pencereleri kırbaçlayan, yaprakları döken yağmurlar
istiyorum ama güneş ve sıcak alıyorum. Süt mavisi gökyüzünde bulut yok.
*
NOT: Cumartesi günkü yazımda, dalgınlıkla yılda bir defa izlediğim filmlerden birinin “Mevsimler” olduğunu yazdım. “İklimler” (Nuri Bilge Ceylan) yazmalıydım.