30 Ocak 2016 Cumartesi

Her zaman açık olan kapı

"Geçmiş yabancı bir ülkedir. Orada her şeyi değişik yaparlar.”
 
Bu sözler İngiliz romancı L. P. Hartley’e (1895-1972) ait.
O “yabancı” ülkelerden biri eski Yunan’dı ve orada değişik olan şeylerden biri insanın kendi canını almasıyla ile ilgili anlayıştı.

Tek tanrılı dinler suç ve günah sayılan şeylerin sayısını muazzam bir biçimde çoğalttı. İntiharı da bunların arasına kattı. Türkiye dahil birçok ülkede intihar hem suç hem günahtır.

Suç ve günah konseptlerinin farklı, bu sınıfa giren hallerin çok daha az olduğu eski  Yunan’da ise insan kendi canını almakta hürdü.

Hatta bu özgürlük Stoacı felsefenin temel prensiplerinden biriydi. Onlara göre ölüm hayatın çekilmez hale gelmesi durumunda yönelinebilecek bir kapıydı.

Bu felsefenin ünlü simalarından biri olan Epictetus (M.S.55 – 135 ) bu düşünceyi şöyle açıklıyordu: “(Hayat çekilmez bir hal aldıysa) Kapının açık olduğunu unutma. Çocuklardan daha korkak olma. Nasıl onlar sıkıldıklarında, ‘Oyuna devam etmeyeceğim,’ derlerse, sen de hayat çekilmez bir hal alırsa, ‘Oyuna devam etmeyeceğim’ de ve ayrıl; ama, kalacağım dersen sızlanmayı bırak.”  
İlk bakışta öyle görünmeyebilir, ama Epictetus’un amacı insanları ölüme özendirmek değildi, hayatı figan etmeden yaşamak için yüreklendirmekti.

Stoacıların amaçladıkları şeylerden biri hayatın nasıl yaşanması gerektiğini öğretmekti. Ölümün nasıl ölünmesi gerektiğini değil. Ama ölüm hayatın bir parçasıydı. Nasıl yaşanacağını bilmek gibi nasıl ölüneceğini de bilmek gerekirdi.

Mutluluk doğayla uyumlu, basit ve dürüst bir hayat yaşamaktan geliyordu. Erdemle mutluluk aynı şeydi. İyi yaşmak için ölçülü olmak, aşırıya kaçmamak gerekiyordu.
* 
Direksiyonu tutan ellerim buz gibi.  Hava çok soğudu.

Ev yolunda ovadan dağa yükselmeye başlayınca sulusepkenle karşılaştım. Dağda kara dönüştü. Sahile inerken yağmur oldu, sahilde dindi. Bulut, kağıt dağıtan krupiye gibi, her yere farklı bir şey atıyordu.

Aklıma Epictetus’un başka sözleri geldi:

"Eğer oda bir dereceye kadar dumanlıysa, kalacağım. Eğer oda dumana boğulursa, ayrılacağım. Bunu hatırla. Hiç unutma: Kapı her zaman açık.”

Hayatı dırdır etmeden yaşamak kolay mı? Olanla yetinmek? Hep dürüst olmak? Feylesof gibi yaşamak? Ve ölmek?

Stoacıların pirlerinden Seneca (M.Ö. 4- M.S. 65) Stoacı gibi öğüt vermiş ama ne Stoacı gibi yaşamış ne de Stoacı gibi ölmüştü. Nero’nun çocukluğunda lalası, imparator olunca başyardımcısı idi ve çağının belki de en zengin insanıydı. İki yüzlü biri olarak biliniyordu. Ne basit bir hayat yaşamış ne de, ölümü gelince, iyi bir Stoacı gibi kaderine boyun eğmesini bilmişti.

Şimdi, Stoacı olmak dışında başkalarına önerdiklerini kendi yapmama şampiyonu olmakla tanınıyor.

İnsanın gerçek anlamda sahip olduğu tek şey hayatıdır.

Onları hayata bağlayan çok az şey olduğunu sanabileceğiniz insanlar bile inatla, can bedeni kendi isteğiyle terk edinceye kadar,  yaşamaya devam ederler.

Bir arkadaşımın dediği gibi “Can insanın en son vazgeçebileceği şeydir."

Kendi eliyle dünyayı terk etmek... Bu ise belki de  bir insanın karşılaşacağı en büyük test.

Ruh belki vücudun ölmesini kabul eder ama vücut her hücresiyle yok olmaya karşı durur.

Çünkü, (İnsanın)
Ruhu görmüş geçirmiştir,
Ruhu çok profesyoneldir.
Vücuduysa ebediyen amatör kalır. Kendi zevkleri ve acılarıyla kör, 
Dener ama tutturamaz, sersemler, hiçbir şey öğrenmez,

Sonbaharda incirlerin öldüğü gibi ölecek, 
Buruş buruş, kendiyle dolu ve tatlı, 
Yapraklar toprakta kurur,
Çıplak dallar, her şey için zamanın bulunduğu yeri işaret ederken.*

*Yehuda Amichai: A Man Doesn't Have Time In His Life

16 Ocak 2016 Cumartesi

Aşk ölümlüdür, seks bitmez

Ozanköy

Yağmur çiseliyor, ağaçlardan meyve topluyorum ve kadınları düşünüyorum.

Sarı limon. Turuncu Mandalina. Yafa Portakalı. Tatlı portakal.

Bu sene yafa portakalları yumurta kadar. Onları yazın iyi sulayamamışım demek. Ya da bilmediğim bir başka neden var. Ufak mufak ama tatları büyükler kadar, belki daha fazla, nefis.

Otlar ayakkabılarımı aşıp çoraplarımı ve pantolonumun paçalarını ıslatıyor, ıslaklığı soğuk soğuk tenimde hissediyorum.

Ceplerim içlerine tıktığım meyvelerden sarktı.

Erkek yaraysa kadın merhemdir – o yarayı daha büyük bir yara yapan değilse
 
Yürüyünce ayağım damla sulamanın yeşillikler altında kalan borusuna takılıyor. Sendeliyorum ve düşecek gibi oluyorum. Bahçe böyle tuzaklarla dolu. Büyüyen otların altında kalan borular, dallar, taşlar. Hatta kürek falan. Bir gün ayağım bunlardan birine takılacak ve düşüp bir veya iki tarafımı kıracağım. Kesin.
 
Birkaç gün sonra 72 yaşına basacağım ve hala bahçede meyve toplarken kadınları düşünüyorum. Bahçede meyve toplamazken de.

Ne zaman bitecek bu?

Hiçbir zaman?

Üff. Erkek olmak zor bir şey.
 
Ölürken - üzerindeki her şey kaldırıldıktan sonra masada kalan örtü gibi - son düşüncem kadınlara veya bir kadına mı ait olacak?

Ölmek, aniden ölmemişsen tabii, konsantrasyon isteyen bir şey, aslında. Başka bir şeyi pek düşünemez insan.

Neden ölümden korkulduğunu anlamıyorum. Belki bir defa öldüğüm,  ölmenin korkulacak bir şey olmadığını anladığım, hayattan ölüme geçiş sürecinin kişinin tadabileceği en büyük haz olduğunu tecrübe ettiğim için.(*)

Bunları bahçede düşünmemiştim. Şimdi, bu satırları yazarken aklıma geldiler. Bahçede aklımda meyveler – günün soğukluğu, yağmurun ıslaklığı ile bir olmuş meyveler – bahçede olmanın hazzı ve kadınlar vardı.

Aşk ölümlüdür. Seks bitmez. Nerede okumuştum bunu? Yoksa uydurup unuttuğum şeylerden biri midir? Olabilir çünkü hafızam kevgire dönmeye başladı.

Yıllar geçtikçe dünyada kadın diye bir varlığın bulunmasını gittikçe daha esrarengiz ve harika buluyorum.

Kalabalıkların içindeki yumuşaklık ve güzellik.

Karnında insan yapan bir insan. Emziren ve doyuran. Büyüten.

Yumuşak ve kıvrımlı. Uzun saçlı.

Hep bir şey gizler gibi.

Sende olmayan şeylere, becerilere sahip.

Sadece gözleri görünecek kadar kapalı giyinse bile devamlı güzel görünme çabasında ve ihtiyacında.

Sende olmayan şeyler onda, onda olmayan şeyler sende var ve bu eksik olma durumu ... Bu eksiklik ... Bütün olması ender zamanlara ait olan bu eksiklik yönetiyor insan hayatını.

Erkek yaraysa kadın merhemdir – o yarayı daha büyük bir yara yapan değilse.

Aşk ölümlüdür. Seks ise bitmez. Galiba doğrusu ikisinin de bitmediğidir. Eğer insan o havalarda ise, teslim olmamışsa, monotonluğa yenilmemişse, korkmuyorsa, aramaya devam ediyorsa. Ve büyümemişse, çocukluğunu koruyorsa.

*
Bulutlar dağıldı ve güneş açıldı. Gölgede kış, güneşte yaz. Bu anları çok seviyorum. Her yer ıslak. Yağmur damlaları yer çekimine kafa tutarak yapraklardan sarkıyor. Akdeniz’den başka bir yerde bulunmayan bir renk ve ışığın içindeyim. Ölümle de hayatla da barışık, gökyüzüne bir “Şükür” yolluyorum. Tırnaklarımı içine geçirip bir portakal daha soymaya başlıyorum.


2020 - 2023


ZAMANSIZ YAZILAR