18 Temmuz 2015 Cumartesi

Son Ağustos

Ozanköy

Sabah bahçeyi sularken duvarın köşesindeki siyah incirde kuşların gözünden kaçan küçük bir incir gördüm. Dalı, bu işler için mermer masanın üstüne koyduğum bastonla çekip alçalttım, inciri kestim.

Mutfaktaydın.

C. diye bağırarak seni çağırdım. Geldin. İnciri sana verdim.

“Mmm. Çok lezzetliymiş,” dedin. “Teşekkür ederim.”

Dur, gitme, dedim.

Daha yüksekteki bir dalda iri bir incir daha görmüştüm. Dalı indirip inciri hafifçe sıktım. Daha tam olmamıştı ama yenirdi.

Sordum: Çok yumuşak değil. Keseyim mi?

“Kes.”

Sen inciri çiğnerken, dalları inceledim. Seni memnun etmeye devam etmek istiyordum. İri yaprakların gizlediği bir incir daha gördüm. Onu da kestim. Yumuşak, tam yenecek kıvamdaydı.

“Onu da sen ye,” dedin, sana uzatınca.

Hayır, dedim, bu sabah bütün incirler senin.

İnciri avucuna koydum. Bir an incir açık avucunda durdu. Mor, taptaze, meme gibi dolu, koparıldığı yer az sütlü.

Ne kadar güzel güzel bir kadın diye düşündüm. Ne güzel elleri var ve ayakları ve ne güzel yiyor.

Bu kadının güzelliğini hiç kanıksamayacağım.

“Kahvaltı hazır,” dedin. “Sulama bitiyor mu?”

Evet.

“Bitince tepsiyi badem ağacının altına taşı. Bu sabah orada yiyelim.”

Önce hızlı bir duş alacağım, dedim.

Gökyüzünde hiç bulut yoktu. Güneş yükseliyorduysa da sıcaklık gücünü kaybetmişti. Sonbahar geliyordu. Yaz çabuk geçmişti. Ağustosböcekleri ötmeye devam ediyordu ama sayıları azalmıştı. Arıkuşları, kırlangıçlar gitmişlerdi. Sen de gidecektin ve bir daha dönmeyecektin ama bunu o gün bilmiyorduk.

Sabahleyin verdiğim ıslak mamanın gerisini de isteyen kedi çevremde dolanıp duruyordu.

*
Bir süreden beri başkalarının olmasının ne kadar ilginç olduğunu düşünüyorum: Bir başkası. Sana benziyor ama sen değil. Parmağını uzatıp ona dokunabilirsin. Konuşursa, sesini işitirsin. Orada olduğu kesin. Soyunup gizli yerlerini gösterdiğinde heyecanlanırsın. Yanında uyumak, yaptığı yemekleri yemek, denizde yan yana ayak çırpıp konuşmanız hoşuna gider.

Nasıl olduğunu anlamadığın bir şekilde, sürekli senden ona ondan sana bir şeyler geçer.

Aklına girdi ve bir daha çıkmayacak. Belki artık onunla beraber değilsin, belki ondan ayrıldın ama o bir başkasını aklından çıkaramazsın. Sen kuyusun, o su. Sen bahçesin o ağaç.

Gözlerini kapadığında sureti aklında. Yanında değil ama ona birşeyler söylersin, o da sana karşılık verir.

*
Kahvaltıdan sonra, hadi hazırlan. Gidip yüzelim, dedim.

“Ben çoktan hazırım,” dedin.

Çıkarken baktım, mamanın geriye kalanını kediye vermişsin.

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Faroe Adaları

Onu çoktandır görmemiştim. Tıraşsızdı. Biraz kilo vermişti. Yüzü sanki ufalmıştı. İyi görünüyordu.

“İyi görünüyorsun,” dedim.

“Daha spontane olmaya karar verdim,” dedi. Son hastasını beklerken ofisinde konuşuyorduk. “Spontane olduğunda içindeki çocuk uyanır. İçindeki çocuk uyanıksa her şey yolunda gider.”

“Harika,” dedim.

Şunlar aklımdan geçti: En acımasız, en korkunç insanlar içindeki çocuğu öldürmüş olanlardır. Onlar entrika, komplo, katliam ustasıdırlar. Sartre “Cehennem diğer insanlardır,” derken onları kastediyor olmalıydı.

Onu görmek istediğimde, cuma günleri öğleye yakın muayenehanesine gider işini bitirmesini beklerdim. O saatte muayenehane tenhalaşmış olurdu. Sekreteri – Minos medeniyetinin duvar resimlerinden fırlamış Giritli genç bir kadın – “Kahve içer misiniz?” diye sorardı. Ender kahve içerim. Ama “Evet, lütfen,” derdim çünkü kahveyi içine koyduğu ağır, kesme cam fincan ve tabağı tutmak, ağırlığını elimde hissetmek hoşuma giderdi. 

Cuma günleri öğleden sonraları çalışmazdı. Yemek için ya dışarıda bir yerlere giderdik ya da annesine. Kırkı aşmıştı, ayda kırk bin dolar kazanıyordu ama bekardı ve hâlâ annesiyle oturuyordu.

Daha spontane olmaya karar verdiği gün keyifsiz uyanmıştı. İşten eve gitmişti. Yemek yemiş, yemekten sonra film izlemiş ama neşesi yerine gelmemişti.

“Bu hafta sonu depresyona gireceğim,” diye düşünmüştü.

Aniden Beyrut’a gitmeye karar vermişti.

“Saat dördü yirmi geçiyordu. Altı otuzda Beyrut uçağındaydım. Hafta sonunu orada geçirdim.”

Keyifsiz gitmiş, keyifli dönmüştü. Artık, içinden gelen buyrukları olurdu, olmazdı diye evirip çevirerek pestilini çıkarmayacaktı. Anında yerine getirecekti.

Güneş tutulmasını görmek için Faroe Adaları’na gitmeye karar vermişti.

“Niye Faroe Adaları?”

“Tam güneş tutulması en iyi oradan görülecek de ondan.”

Sordu: “Hiç güneş tutulması gördün mü?”

“Gördüm.”

“Tam güneş tutulması ama.”

“Hayır.”

“Muhteşem bir manzaradır. Önce aydınlıktır. Sonra Ay yavaş yavaş Güneş’i kapatır. Karanlık olur. Güneş’i Ay’ın etrafında bir hale olarak görürüsün. Sonra yavaş yavaş gene aydınlık olur. Gözlerin dolar. Kainat ne müthiş dersin.”

Yüzüme baktı. Gözleri parlıyordu.

Güneş martın yirmisinde tutulacaktı. Norveç ile İzlanda arasına serpiştirilmiş Faroe Adaları yazın bile dünyanın en çok yağmur alan yerlerinden birdir. Hava büyük bir olasılıkla kapalı olacaktı. Güneş tutulması belki görülemeyecekti.

Ama önemli miydi?

“Spontane olmak sana iyi gelmiş,” dedim. “Belki ben de gelirim seninle Faroe Adaları’na.”

Ama martı beklemedim. Eve gidince birkaç telefon konuşması yaptım. İki hafta sonra Faroe Adaları’ndaydım.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Kanser bile ona 'gizli bir haz' veriyor

İrfan’dan mektup 

Seninle konuştuktan birkaç gün sonra yüksek ateşle (40,5) hastaneye gittim. Zatürre teşhisi ile 15 gün hastanede yattım. İki gün evvel taburcu oldum. Antibiyotiklere devam ediyor, evde dinleniyorum. Bağışıklık sistemi bozulunca böyle olurmuş. Neyse gene yırttık. Şimdi kemoterapinin terkibini azaltacaklar. Gelişmelerden seni haberdar ederim. 

Ben de senin gibiyim. Hastanede kimseyi yanımda istemedim. Yalnız kaldığım zaman daha çabuk düzeleceğime inanıyorum ve nitekim öyle oluyor. By-pass’ımda da kimseye haber vermeden hastaneye yatmıştım. İnsanların neden sonra haberleri olmuştu. 

Şu anda çok iyiyim. Pazartesi ve salı günü kontrollerim var. Zatürreden yırttım, lenfomadan da yırtacağım. Bu bir süreç. Hiç ciddiye almıyorum. 

İnançlı olmanın çok faydasını görüyorum. İnan ki bu rahatsızlığım bile bana gizli bir haz veriyor. İnanıyorum ki yaratanın izni olmadan yaprak dahi yere düşmüyor. Şu âlemde bilemediğimiz ne çok şey var... 

Bu işin de, onun izniyle, altından kalkacağım. 

Seni çok özledim. Bu hafta kontrollerim bitsin, seni haberdar edeceğim. 

İrfan’a cevabım

Bu sabah altıda uyandım. Güneş odama yeni giriyordu ve Pazar   sabahlarına has o sessizlik vardı. Kediye mamasını verdim. Çay fincanı elimde bahçeye çıktım. 
 
Güneşin ağaçlara, yapraklara vuruşunu, onlara verdiği parlaklığı anlatacak kelimeler arıyorum epey zamandır ama bulamıyorum. Yalnızca hissedilen ama görülmesi mümkün olmayan şeyler olduğu gibi görülen ama tarif edilmesi mümkün olmayan şeyler de var... Bıkılması, mucizevi olarak algılanmaması mümkün olmayan şeyler. 

Her zaman olduğu gibi, gökyüzüne bir şükür yolladım, alıcısı olsa da olmasa da. 

Biber ağacının çiçeklerinde yüzlerce arı vızıldıyordu. Altına oturdum ve çayımı yudumladım. 

Yapmak isteyip yapamadığım şeyler, gitmek isteyip gidemediğim yerler, birlikte olmak isteyip olamadığım insanlar var. Bunlara duyduğum istek tarafından çimdiklenip dursam da, çoğu zaman huzurluyum. 

Yokluğun da varlık kadar hayatımın bir parçası olduğunu içime sindirdim: Sevmek için sahip olmak gerekmez. 

Yakın uzaklardan bir tüfek sesi. Çocuklara kuşsuz bir dünya bırakmak için güneş doğmadan kendini dışarı atan birinin çıkardığı bir ses. Bir adam olmalı, çünkü kadın avcı yok. 

Her şeyi olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim. 

Dünya ne ise odur. Kuş. Avcı. Tüfek. Ölüm. Sessizlik. 

Ben de senin gibi inançlıyım fakat inançlarımız değişik. Ama bu önemli değil: Sonunda bütün inançların duyulduğu şey aynıdır. 

Bu işi de yırtacaksın. Geceleri hududunda çakalların çığlık attığı bahçendeki çardağın altına oturacağız. Köpeklerin çevremizde dolanacak. Acı biberli makarna yiyip şarap içerek kadınları çekiştireceğiz.

2020 - 2023


ZAMANSIZ YAZILAR