Nil bir sabah kalkınca salonda bir martı buldu.
"Eyvah şimdi uçacak, her şeyi kıracak" diye düşündü.
Ama martı yavaş adımlarla salonda biraz gezindi, sonra girdiği açık pencereden çıkarak, uçup kayboldu.
O günden sonra martı her gün Nil’in penceresinin pervazına geldi. Nil
pencereyi aralayıp ona simit parçaları verdi. Bir zaman sonra martı
simidi yememeye başladı. Neden hoşlandığını öğrenmek için Nil değişik
şeyler denedi: Tavuk derisi, balık kafaları, et. Martı en çok peyniri
sevdi. Önüne beyaz peynir, dil peyniri, kalın kaşar kabuğu konduğunda
yalamadan yutuyordu.
Nil martıya Rıza adını verdi. Daire Rıza Bey Sokağı'na baktığı için geldi bu isim aklına.
Rıza Nil’i iyice terbiye ettiğine kani olunca yanında eşini de getirdi. Onun da adı Raziye oldu.
Martılar üç senedir Nil’e uğruyorlar. Bazen gelince uzun süre
gitmiyorlar. Pencerenin mermer pervazında duruyorlar ve rüzgar beyaz,
temiz tüyleriyle oynarken Topkapı’dan Ortaköy’e kadar uzanan manzarayı,
gidip gelen, gelip geçen tekneleri seyrediyorlar.
Bazen uçup karşı apartmanın bacasına tünüyorlar, bir süre orada durup geri dönüyorlar.
Bazen uzun zaman kayboluyorlar.
Misafir oldu mu geceleri de geliyorlar. Zaman zaman gecenin
karanlığına, martı çığlıklarının geldiği karanlığa dalıp dönüyorlar,
camdan misafirlere bakıyorlar.
Nil martılardan önce kumrularla tanıştı. O da şöyle oldu:
Nil’in annesi iyice hastalanınca yatağa bağlandı. Odasının Boğaz’a
bakan penceresinin üç panjuru vardı. Güneş gözüne girmesin diye iki
tanesini kapadılar. Bir gün iki kumru kapalı panjurların boşluğunda yuva
kurmaya girişti. Dişi kumru, kuytu ve korunaklı, yumurta seven
kargalardan uzak bu yerde yumurtalarını doğurdu ve kuluçkaya yattı.
Zamanla yavrular yumurtadan çıktılar. Palazlandılar, uçmayı öğrendiler
ve yuvayı terk ettiler.
Nil yuvayı kaldırdı ve orasını temizletti.
Yumurtlama zamanı gelince kumrular geri döndüler ve aynı yerde yeni
bir yuva yapmaya başladılar. Yuvayı yapmak için yüzlerce defa gidip
geliyorlardı. Ne sabır ne sabırdı o. Nil her gün onları izliyordu.
Yuvanın tamamlanışını, yumurtlamayı, kuluçkayı, yavruların yumurtadan
çıkmasını, güçlenmelerini, uçmayı öğrenmelerini ve yuvanın boşalmasını
izledi.
Bu üç sene, böyle gitti.
Nil’in annesi yuvanın kaldırılmış olduğu bir Ekim ayında öldü.
Kumrular uzun zamandan beri gelmemişlerdi. O gece cenazeyi evde
tuttular.
Ertesi sabahı iki kumru açık pencereden içeri girip pervaza oturdu.
Beş-altı dakika kaldılar. Sonra uçup gittiler ve bir daha gelmediler. Ev
sahiplerine veda etmişlerdi.
Martılar Nil’e annesi öldükten, evde yalnız yaşamaya başladıktan sonra geldiler.
Onun artık yalnız olduğunu bilmediklerini, ona yoldaş olmaya gelmediklerini kim bilebilir?
Kimse bilemez.
Dışladığımız, yaşam sahalarını çaldığımız, gaddarca avladığımız,
hızla nesillerini tükettiğimiz hayvanlar hakkında bilmediğimiz çok şey
var.
Dünyanın birçok yerinde bilim kadınları ve adamları hayatlarını bazı
hayvan türlerini – balina, yunus, fil, kurt – gözleyerek geçiriyorlar ve
onlarla ilgili şaşırtıcı bilgiler ortaya çıkartıyorlar. Bunların
arasında en ilginç olanı hayvanların genellikle tahmin edilenden daha
çok insana benzedikleridir. İnsanların kendilerini ünik sanmalarına
neden olan özelliklerden hemen hemen hepsi hayvanlarda da var.
Hayvanlar, kuşlar, balıklar kardeşlerimizdir.
Sanırım onlar bu gerçeği ta başından beri biliyorlardı.