Bahçeyi suladıktan sonra bir ucu turunç, diğeri jakarandaya bağlı hamağa uzandım.
Yıkanmış, paklanmış, üzerinden su damlayan yapraklara ve çiçeklere bakıyorum.
Bu anlarda, içim çocuğa verilmek üzere şişirilmiş balon gibi minnet
duygularıyla dolar. Hortumdan akan su için, ağaçların ve çiçeklerin
yıkanmış güzelliği için, hayatta olduğum için, sükûnet için, hamak için.
Her şey için.
Hamak, yıllardır yaz kış iki ağaç arasında asılı durur. Soldu ve
çürümeye başladı. “Bir gün yırtılacak, düşüp belini kıracaksın,” diyorum
kendi kendime dikkatli bir biçimde üzerine oturmaya başlarken.
Silkeleyip içindeki kertenkeleyi ve kuru yaprakları uçuruyorum. Yavaşça
uzanıyorum. Hayır. Bu defa da yırtılmayacak.
Sularken sabırlı olmak, her bitkiye doyuruncaya kadar su vermek
lazım. Sabrederken hayalimde Amazon’dan hamak ısmarlıyorum. İki kişilik
mi, tek kişilik mi olsun? Çok renkli mi, tek renkli mi?
Bu işin en çok sevdiğim tarafı hortumun ağzını kısıp sulaması biten
bitkileri baştan aşağı yıkamak. Serpilen suyun üzerindeki ışık,
tozlarından kurtulan yaprakların dirilen yeşilliği, yaprakların ucuna
tutunmuş damlalar çok hoşuma gidiyor.
Eğer iki dal arasında örümcek ağı varsa orasını sulamıyorum. Bugün
üzerine güneş vuran büyük bir ağa rastladım. Üstünde bir örümcek
çalışıyordu. İzlemek üzere başımı ona yaklaştırıp “Kolay gelsin ahbap,”
dedim. Ödünü patlatmış olacağım ki kendini küçük bir top haline getirdi
ve orada olmama numarası yaptı. “Korkma,” dedim. “Gidiyorum. Nasıl
yapıyorsun bu işi, merak ettim. Keşke ben de yapabilsem.”
Hayalimde sadece hamak seçmiyorum. Bahçede bir zamanlar bir
arkadaşımın oturmaktan çok hoşlandığı bir yer var. Dağı gördüğü için
seviyordu orasını. Bir gece karanlıkta otururken üzerimizden uzun
kanatlı, büyük beyaz bir baykuş geçmişti. Bahçede ilk defa görmüştük bu
soyu tükenmekte olan yaratığı.
Sanayiye gidiyorum, o yer için bir pergola ısmarlıyorum. Bir köşesine yasemin, bir köşesine kokulu sarmaşık gülü dikiyorum.
Yaseminle gül büyüyorlar, pergolayı sarıyorlar, akşam üstleri orada
oturup çay içiyorum. Bazen eski günler aklıma geliyor, bazen gelmiyor.
Yasemini aldım. Geriye üç nal ve bir at kaldı. Ama ben yaseminin kokusunu alıyorum bile.
Hayalimde devamlı yanımda taşıdığım makas ve budama bıçkısı var.
Bunlarla dal kesiyorum. Eğer bir fidan birden fazla gövde atmışsa en
güçlüsünü bırakıp gerisini kesiyorum. Kuruyunca ateşi yakmam için
tutuşturucu olacaklar.
Hayalimde yere düşen kuru yaprakları da süpürüyorum, saksılarda
beklemekte olan fidanları da dikiyorum, ağaç naklediyorum, fidanların
çevresine su tutmaları için çukur açıyorum.
Çok iş var. Yapmak istersen. Yapmak istemezsen hiç iş yok. Ben hem yapmak istiyorum, hem istemiyorum.
Ormanı budayan, kuru yaprakları süpüren mi var?
Düzeni seviyorum. Ama rastgeleliği, düzensizliği, kendiliğinden çıkan
çiçekleri ve ağaçları, mevsimlerin çobanlığını daha çok seviyorum.
Geçenlerde uğrayan bir arkadaşım etrafa bir göz gezdirdikten sonra “Çok düzensiz,” dedi.
Onun bahçesi düzenli. Bol suyu olan kuyusu, kendiliğinden çalışan
elektronik damla sulama sistemi, bahçıvanı var. Yerde bir tek yaprak
yok. Meyve ağaçları gübreleniyor, ilaçlanıyor. Zeytinlerden zeytinyağı,
meyvelerden marmelat, turunçlardan tatlı, limonlardan limonata
yapılıyor. Kuşlar yemesin diye hurma hevenkleri beze sarılıyor,
yenidünya, kayısıların üzeri ağla örtülüyor.
Acaba bahçelerimiz kişiliğimizi mi yansıtıyor? Bahçen ne ise osun mu?
Belki.
Ben, ben olduğum için memnunum. Muhtemelen, o da o olduğu için memnundur.