Yüzünü görmeden mailleştiğim kadınlar var.
Düzensiz, zaman araları gayrimuntazam
mailler, gökten değişik insanlar getiriyorlar bana. Okurum iken arkadaş
olmuş veya arkadaş olmaya aday insanlar.
Mailler yıldırım hızı ile gidip
geliyor (gittikleri ve geldikleri zaman). Ama yarattıkları arkadaşlık
(arkadaşlık kelimesi bu kaidesiz, ‘zorunsuz’ teması tarif etmeye uygun
mu?) yavaş.
Bazısıyla günaşırı mailleşirim, sonra
ara açılır, açılır, açılır; onlardan bir daha haber almayacağım
sanırım. Ve almam. Bazısından altı ay, bir yıl veya daha uzun bir zaman
geçtikten sonra bir mektup alırım. Aniden, rutin mailler arasında
tanıdık ama nerdeyse unuttuğum bir isim:
Sevgili MM,
Bu akşam The Good Lie var ekranımda. İzlemişsindir büyük ihtimalle. Az önce Sudanlı kardeşler kazandıkları ilk parayla pizza aldılar ve yemeden önce o pizza için tanrıya şükrettiler. Ve kendilerinden ayrı olan kız kardeşleri için de iyi dileklerini sundular. Sen geldin aklıma. "Şükretmek" yazınla sevmiştim seni. Ve o yazıyla takip eder olmuştum. Filmde bunu görmek hoşuma gitti. Dahası duygulandırdı beni.
Harika bir film. Sıcacık, içten, etkileyici...
Sildiriyor arada gözyaşlarımı. Uzun zamandır bir filmde gözyaşım yoktu. Birazdan ikinci yarıya geçeceğim.
Bu akşam menümde bira, İzmir tulumu, salatalık turşusu ve cips var. Seviyorum bu grubu.
Şimdi bu akşamın ikinci ve son birasını alacağım, cips ilave edeceğim ve filmin ikinci yarısına başlayacağım.
Teşekkür ederim sana, böyle tatlı anlarla geldiğin için aklıma...
Son gönderdiğin e-postaya cevap veremedim ama aklımda :)
Muzur musun nesin :)
Kim bu kadın? Nasıl bir evde yazıldı bu satırlar? Kafası yerinde
miydi yazarken? Yalnız mı, başkasıyla mı oturuyor? İşinde mutlu mu?
Uzun mu, kısa mı? Dövmeleri var mı? Bu yıl tatile çıktı mı?
Ne buluyor bu ara sıra yazışmalarda?
Ben ne buluyorum?
Yazılan kelimelerin insanı ile konuşulan kelimelerin insanı aynı değil.
Yazılan kelimelerin sesi yok...
Aksanı, tonunu, müziği. Yüzü olmayan bir insandan geliyorlar. Ağzı
-dudakları, dudaklarının kelimeleri şekillendirirken aldığı şekil, dili,
dişleri- görünmüyor.
Bazıları bana hayatını anlatıyor.
M., İstanbul’un büyük giyim
mağazalarından birinde üst düzey satıcıydı. İyi para kazanıyordu. Daire,
araba satın almıştı. Ama ailesi geleneksel ve boğucu, evliliği
mutsuzdu. Eşini boşadı, işinden ayrıldı, Londra’ya dil öğrenmeye gitti.
Geri dönmedi. Evlendi, çocuk sahibi oldu. Mutlu yeni bir hayat kurdu.
Türk vatandaşıyım, Türk olmayı seviyorum, diye yazdı iki yıl önce.
Ama burada İngiliz vatandaşı olmak için sonuna kadar savaşacağım çünkü
biliyorum ki en fazla 10 sene sonra Türkiye Türkiye olmayacak.
Ona saygı duydum. Risk almış,
kararlılık ve inatla kaderini değiştirmiş, sessiz bir tevekkülle mutsuz
hayatlarına katlanan milyonların arasından sıyrılmıştı. Bir ara takıntı
boyutunda bana yazdıkları toplansa bir kitap olurdu.
Öyküsü bitince mailleri bıçak gibi kesildi.
Bazı kadınlar sorunlarını,
dertlerini, mücadelelerini, başarılarını ve yenilgilerini anlatıyor.
Arzularını. Hüzünlerini. Hayallerini. Düş kırıklıklarını.
Karşılaştıkları hoş şeyleri:
(Torunum) uyumakta güçlük çekince babasını yanında istemiş. Kitap okuma filan, yine de uyku yok. Baba da ‘sevdiğin güzel bir şeyi düşün, uykun gelir,’ demiş. Sonra neyi düşündüğünü sorduğunda: 'Seni düşünüyorum,' demiş.
Yersin.
İşte masumiyet budur! Nasıl olur da, bekaret gibi, kaybedilince bulunmaz?
İnsanın içini yalnız çok yakınlarına döktüğü doğru değildir. Bazen
tanımadıklarına açılmak daha kolaydır. Tanımadığınız biri sizi
eleştirmez, yargılamaz çünkü. Dinler. Sır saklar.
N:
Ben sanırım depresyondayım :) Hatta, hiç bitmeyen bir depresyonun evrelerini yaşıyorum :) Evli ve yalnız olmaktan bunalmış olmalıyım ki, beni daha da derin bir yalnızlığa gömecek bir duygu savrulmasına imza atıp bir başka evli ve uzakta yaşayan adama aşık oldum. Gönül eğlendireceğini düşünen adam da sanırım neye uğradığını şaşırdı.
O kadar yoruldum ki hayatımın her evresinde ‘rağmen’ iş yaptığım eşime direnmekten.
Allah’tan çocuğum iyi okuyor.
Evde 80 yaşında bir annem de var.
Hayatım birbiriyle ilgisi olmayan insanların ortasında her birinin hayatını kolaylaştırmakla geçiyor. Anneminkini kolaylaştırmam da onun anılarını dinleyerek oluyor. Bazen o hiç bilmediğim isimleri sayarak çocukluğunu anlatırken kendimi başka dünyalara dalmış yakalıyorum, derin bir vicdan azabıyla konuya dönmeye ve soru sormaya çalışıyorum.
Bu minik hayatta her gün kendimle oyun oynuyorum: Sahip olduklarına şükret ve mutlu ol.
Mutsuz değilim, ama mutlu muyum onu da bilmiyorum.
Bunu size niye yazıyorum onu da bilmiyorum.
İki buçuk yıl aradan sonra yeniden “köşe yazıları” yazmaya
başlamamda, bu tür mailleri özlememin başlangıçta farkında olmadığım bir
rolü var mı, diye düşünmeye başladım, bir süredir.
H:
Artık hiçbir şey keyif vermiyor. En çok ne zaman mutluyum... Sanırım artık hiçbir zaman...
Sadece hayvanlarla beraberken, doğanın içindeyken, çiçeklerimle uğraşırken falan kısa kısa, yaz sıcağında belli belirsiz bir esinti gibi anlar var, işte hepsi bu... :)
Diğer H. bayram tatiline, herkes bayram tatilinden döndükten sonra çıkmış.
Yola çıkmayı başardım sonunda. Esenler otogarı çok kirli bir yer. Kokular çok keskin. İyice kalkanlı bir hayat kurmuşum, onu anlıyorum. Yanıma ilginç bir kadın geldi şimdi oturmaya, otobüs arkadaşım. Dokuz-on yaşlarında bir de çocuğu var, onu kucağına alacakmış. Telefonumu rica etti. Bir yeri aradı hızlıca. Teşekkür etti. Siz nasılsınız kuzum?
“Nereye gidiyorsunuz,” diye sordum, nasıl olduğumu sonra anlatmaya bırakarak.
Marmara Ereğlisi, 15 yıllık bir dostumun aile evine geldim. Yüzdük. Onlara salata yaptım. Bahçede semizotu var.
Semizotu. Benim bahçemde de var. Suladığım bitkilerin köküne yakın
yerlerde, kendiliğinden çıkıyorlar. Yabani oldukları için yaprakları
pazarlarda satılanlardan daha dar ve kısa. Sabahleyin erkenden
toplandığında tadı daha ekşi. Sarı çiçekleri mevsim sonunda tohum
kesesine dönüşür. İçlerinde iğne ucu kadar ufak, simsiyah rüzgarda kolay
dağılan tohumlar olur. Çiğnerken küçük çıtırtılar çıkarırlar. Haşhaş
tohumu gibi.
Nasıl salatasını yaptı acaba. Sade? Yoğurtlu? Yoksa domates, taze soğan, salatalıkla beraber mi?
Her şey bir öykü. Her hayat bir roman.